Türkiye’nin jeotermal enerji potansiyeli 60.000 MW olup, bu potansiyele sahip alanların yüzde 79’u Batı Anadolu’da yer alır. Jeotermal kaynakların yüzde 94’ü düşük ve orta sıcaklığa sahip olup ısınma, termal turizm ve mineral eldesi için uygunken, yüzde 6’sı elektrik enerjisi üretimi için uygundur. Fakat bu durum Büyük Menderes Grabeni ile Gediz Grabeninde tam tersidir. Yani bu bölgelerde jeotermal kaynakların yüzde 94’ü enerji üretiminde, yüzde 6’ı diğer alanlarda kullanılmaktadır. 2020 yılı itibarı ile Türkiye’de 59 jeotermal santral(JES) ve 1000’in üzerinde jeotermal üretim ve re-enjeksiyon kuyusu mevcut olup, Türkiye’nin jeotermal enerji üretim kurulu gücü 1.526 MW’dır. Aydın’da şu an 29 JES üretimde olup, jeotermal enerji üretim kurulu gücü 784 MW’dır. Denizli’de 9, Manisa’da ise 11 JES vardır.

Büyük Menderes ve Gediz Grabenleri’nde faaliyette olan JES’lerin hepsi tarım ve sulak alanlarda kurulmuştur. Oysaki her iki havza 1’ci sınıf tarım arazisi olup, halkın temel geçim kaynağı tarım ve tarıma dayalı sanayidir. Bölgedeki jeotermal kaynakların öncelikle enerji üretimi için kullanılması, JES’lerin her aşamada denetimden muaf tutulmaları-resmi makamlar tarafından desteklenmeleri, işletmelerinin daha fazla rant adına Proje ve ÇED dosyalarındaki taahhütlerini yerine getirmemeleri, hiç bir kanuni mevzuata uymamaları nedeni ile her iki havzada ciddi anlamda hava-su-toprak-tarımsal ürün kirliliği meydana getirmelerine, halkın sağlığını bozarak erken yaşta kanser olarak ölmelerine, tarımsal ürünlere zarar vererek haklın işsiz kalmasına-fakirleşmesine sebep olmaktadırlar. Tüm bu ve benzeri nedenlerle her iki havzadaki halkın JES’lere karşı tepkisi çok fazla olup, giderek artmaktadır.

Ne yazık ki JES’lere izin veren ve denetlemesi gereken resmi makamlar her iki havza halkının yaşadıklarına görmedim-duymadım-bilmiyorum tutumları içindedir. Resmi makamlar bu tutumlarını Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı var gerekçesine dayandırmaktadır. Tükiye’nin şu anki elektrik üretim kurulu gücü, Tükiye’nin elektrik tüketim miktarı ve ihtiyacından çok fazladır. Şu anda Türkiye’de kurulu olan JES elektrik üretim gücü, Türkiye’nin kurulu toplam elektrik üretim gücünün yüzde 1.8’dir. JES’lerin ekolojiye, tarıma, canlı yaşamına verdiği zarar düşünüldüğünde bu miktarın çok cüzi olduğu görülmektedir.
Peki o zaman Türkiye’de yoğun bir şekilde Jeotermal Pandemisi yaşanırken bu jeotermal sevdası nereden gelmektedir? Bu JES’ler kime, nasıl, niçin, ne adına hizmet etmektedir? İşte bu işin püf noktası da budur.

Türkiye’de jeotermal kaynaklar ve bu kaynaklara bağlı enerji üretim işletmeciliği, yerli-milli-temiz-yenilenebilir adı altında kamuoyuna sunulsa da, gerçekte bu kaynakları satın alan-işleyen-işleten ve kullanan kesimler dünya bankalarının ortak olduğu çokuluslu şirketlerdir. Türkiye’de jeotermal işletmeciliği yapan sözde yerli kuruluşlar ise bu çokuluslu şirketlerin taşeronluğu pozisyonundadır. O nedenle Türkiye’de jeotermal kaynakların ne amaçla, nasıl, kim için, hangi metodlarla kullanılacağını belirleyen, oyunun kurallarını koyan ve denetleyen, tüm jeotermal piyasasını belirleyen kesimler yine aynı çokuluslu şirketlerdir.

Çok uluslu şirketler Türkiye’de jeotermal yasası çıkmadan, JES’ler kurulmaya başlamadan jeotermal piyasasına müdahale etmeye başlamışlardır. Mart 2004’te, Dünya Bankası yenilenebilir enerji kullanımını desteklemek için Türkiye’ye 320 milyon$ değerinde hibe vermiş, çokuluslu şirketlerin jeotermal piyasasına müdahalesi başlamıştır. Bilahare işi şansa bırakmak istemeyen bu şirketler jeotermal yasasının kendi arzuları doğrultusunda çıkmasını sağlamışlardır. Türkiye’de 2007 yılında çıkarılan 5686 sayılı Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu, yenilenebilir enerji kaynaklarından serbest enerji piyasasında faydalanılmasını desteklemektedir. Özel sektörün jeotermal kaynaklardan enerji üretimine dahil edilmesi ile sektör belirgin bir büyüme kaydetmiştir. Bugün Türkiye jeotermal enerji kurulu güç kapasitesi bakımından dünyada 4’cü sıradadır.

Jeotermal kaynaklardan enerji üretimi Türkiye’de en karlı sektörlerden biridir.

Çokuluslu şirketler bu karları çok kısa sürede ve çok fazla elde edebilmek için bütün yolları kullanmaktan geri kalmamaktadır. 2013 yılında, Türkiye 2020 yılı kurulu jeotermal enerji kapasitesi için 1.000 MWe hedefi konmuş olup, 2020 yılında 1.526 MWe kurulu kapasite ile bu hedef aşılmıştır. 2030 için belirlenen hedef 4.000 MWe’dir. Çok uluslu şirketler, hedeflerinin gerçekleştirmesine engel olarak gördükleri tek kesim halktır.

Jeotermal işletmeleri halkın JES’lere karşı davranışlarını değiştirebilmek için; Eğitimi destekleme, burs sağlama, altyapıyı iyileştirme, Ramazan ayında yemek dağıtımı, belediyelere sponsor olma, halka zeytin ve incir ağacı dağıtımı vb. gibi sosyal sorumluluk faaliyetleri dışında, bilimsel ve halk toplantılarıda yapmaktadır. 2019 yılının Temmuz, Eylül, Ekim aylarında Manisa, Denizli ve Aydın’da, Avrupa Birliği finans yardımı altında, T.C Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası için halkın katıldığı proje toplantıları yapılmıştır. Bu toplantıların amacı jeotermal kaynakların sürdürülebilir bir şekilde kullanımını sağlayacak bütüncül bir strateji için “Türkiye’de Jeotermal Kaynakların Kümülatif Etki Değerlendirmesinin Geliştirilmesi Kapsam Belirleme Raporu” hazırlamak. Bakanlıklar, Valilikler, Belediyeler, DSİ, JESDER, Üniversitelerden uzmanların ve halkın katıldığı bu toplantılarda Büyük Menderes ve Gediz Havzalarında jeotermal kaynakların kullanımına ilişkin ana sorunlar şu şekilde sıralanmıştır;

1)HAVA KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ; JES’lerden atmosfere yayılan yoğuşmayan gazlar (NCG) ve buhar gibi emisyonlar yerel halkın temel sorunlarıdır. Hava emisyonları test, sondaj, inşaat ve işletme aşamalarında ortaya çıkarak iklim ve bölgesel hava kalitesini etkileyebilir. İklim değişikliğine CO2 emisyonları sebep olmaktadır. Hidrojen Sülfür emisyonların düşük konsantrasyonları ortamda çürük yumurta kokusuna neden olmaktadır. Toksik hava emisyonları toplum ve iş sağlığı problemlerine neden olabilir.

2)TOPRAK KALİTESİ ÜZERİNE ETKİSİ; JES projelerinde sondaj, inşaat ve işletme aşamasında üretilen katı atık ve atık suları uygun şekilde bertaraf edilmeyince toprak kirliliği yapmaktadır.Hava, yeraltı ve yüzeysel su kaynaklarının kirlenmesi nedeniyle, toprak dolaylı şekilde kirlenebilir. Toprak kirliliği, geçimi sürdürülebilir ürün verimi ve kalitesine bağlı olan yerel çiftçiler için büyük öneme sahip olan tarım ve hasat kalitesi üzerinde olumsuz etkilere neden olabilir.

3)YERALTI SULARI ÜZERİNE ETKİSİ; Başta Bor, Arsenik, Lityum vs. pek çok ağır metal ve radyonükleit madde içeren sondaj akışkanı ve çamurunun alıcı ortama kontrolsüz şekilde deşarj edilmesi sonucu yeraltı su kaynakları olumsuz yönde etkilenmektedir. JES projelerinde sondaj ve test aşamaları esnasında kullanılan sondaj kimyasalları nedeni ile yeraltı su kaynaklarında kirlenme ve kalitesinde bozulmalar meydana gelebilir. Ayrıca hatalı sondaj, yanlış re-enjeksiyon uygulamaları, boruların korozyonu sonucu oluşabilecek sızıntılar, atık suyun alıcı ortama bertarafı, yeraltı su kaynaklarında kirliliğe neden olabilir. Yeraltı sularının kirliliğinden toprak ve tarım faaliyetleri de olumsuz yönde etkilenmektedir.
4)YÜZEYSEL SULAR ÜZERİNE ETKİSİ; JES’ler test faaliyetleri veya işletme aşamasında akışkanlarını yüzeysel sulara doğrudan deşarj edebilmekte, hem içme/kullanma suyu hem de tarımsal amaçlı kullanılan yüzeysel su kalitesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Yüzeysel su kalitesini etkileyen diğer olay termal turizm tesislerinin faaliyetleri sonucu, bünyelerinde bulunan termal havuzlardan kaynaklı kirlenmiş/kullanılmış suların kontrolsüz şekilde alıcı ortama deşarj edilmeleridir. Sondaj sırasında meydana gelebilecek jeotermal patlamalar, sızdıran borular vb. faaliyetler yüzey sularının kirlenmesine neden olabilir.

5)ÇÖKÜNTÜ ETKİSİ; Çöküntü hem JES sondaj ve test faaliyetleri esnasında jeotermal akışkanın çekilmesi, hem de JES’lerin işletme aşamalarında kullanılan akışkanın re-enjeksiyon kuyularına verilmesi sonucu oluşabilmektedir.

Jeotermal akışkanın çekilmesi sonucu basınç ve akışkan azalması, sıcak kaynakların kuruması sonucu çökme meydana gelebilir. Meslek odaları ve üniversite uzmanları, jeotermal sahalarda izleme faaliyetlerinin yeterli düzeyde gerçekleştirilmemesinden dolayı B. Menderes ve Gediz havzalarında çöküntü riskinin bulunduğunu düşünmektedirler.

6)DEPREMSELLİK ÜZERİNE ETKİSİ; JES sondaj, test faaliyetleri ve işletme aşamalarında jeotermal akışkanın çekilmesi ve re-enjeksiyonu sonucu depremsellik üzerinde bir etki oluşabilir.

7)TARIM ÜZERİNE ETKİSİ; Jeotermal proje alanlarında halkın ana gelir kaynağı tarımdır. JES’lerden işletme aşamasında büyük miktarlarda suyun buharlaşması atmosferdeki nemi arttırıp yerel iklim üzerinde etki oluşturabileceğinden, neme duyarlı olan incir ve üzüm üretimlerini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. JES’lerden CO2 ve H2S salınması bitkilerin büyümesini ve ürünlerin kalitesini etkileyebilir. Jeotermal akışkanın sulama kanallarına deşarjları, tarımsal faaliyetlerde kullanılan sulama suyunun kalitesini düşürerek hem toprak verimi hem de ürün kalitesini olumsuz yönde etkileyebilmektedir. Tarımsal araziler yüksek konsantrasyonlarda Bor içeren suyla sulanmaktadır. Topraktaki Bor yoğunluğu kabul edilebilir orandan fazla olursa toprağın uzun vadede ıslah edilmesinin çok zor olduğu vurgulanmaktadır. Sulama suyundaki Bor konsantrasyonunun 2004 yılından beri artmakta olduğu vurgulanmıştır. Asma yaprakları için Bor sınır değeri 300 ppm olduğunu ifade edilmiş ve alandaki uzmanların çalışmalarında yapraklarda 1000-1500 ppm Bor tespit edildiği vurgulanmıştır. Bu durumun, asma yapraklarının kurumasına ve ürün miktarının azalmasına neden olduğu uzmanlar tarafından ifade edilmiştir. Uzmanlar, tarım ürünlerinde Avrupa piyasasının kaybedilmeye başlandığı sorununu ifade etmektedir. Kaliteli tarım arazilerinin JES yatırımları için tahsis edilmesi, gelecekteki tarımsal faaliyetlerin sürdürülebilirliği açısından endişe yaratmaktadır. Ayrıca tarlaların arasına döşenen boru hatları arazilere erişimi güçleştirebilmektedir.

8)YEREL/BÖLGESEL İKLİM ÜZERİNE ETKİSİ; Artan nemden JES’lerin yakınlarında bulunan tarımsal ürünlerinin kalitesi etkilenebilmektedir. İncir narin bir bitki olduğu için kendine özgü mikro klima olan bölgelerde yetişmektedir.

JES’lerin sebep olduğu havadaki yüksek nem oranı, tarım alanlarını özellikle incir bahçelerini etkileyebilir. Bu etki Germencik’te belirgin şekilde görülmektedir.

9)GÖRSEL ETKİ VE DOĞAL ÖZELLİKLER; JES’lerin yerleşim alanlarına yakın oluşu, doğal özelliklerin yok olması sorun yaratmaktadır. Uzun mesafeli jeotermal boru hatları problem teşkil edebilir.

10)BİYOÇEŞİTLİLİK VE EKOLOJİ ÜZERİNE ETKİSİ; JES sondaj ve test faaliyetleri, inşaat süreçleri sırasında açığa çıkan yoğuşmayan gazlar-tozlar ve bitki örtüsünün kaldırılmasıyla habitat kaybına, oluşan çevresel gürültü biyoçeşitlik ve ekoloji üzerinde olumsuz etkilere neden olmaktadır. İşletme aşamasında güç santralleri, döşenen boru hatları, işletme süreçlerinde atmosfere yayılan yoğuşmayan gazlar vb. de flora ve fauna türlerini ayrıca etkileyebilmektedir.

11)SAĞLIK VE GÜVENLİK ÜZERİNE ETKİSİ; JES ve kuyuların etrafında atmosfere salınan çürük yumurtaya benzer gaz kokusu, özellikle sabahları olmak üzere yaygın olarak hissedilmektedir. JES’lerden kaynaklanan toz ve emisyonlara bağlı solunum yolu rahatsızlıkları ortaya çıkabilmektedir. Yöre halkı arasında, salınan gazın halk sağlığı açısından zararlı olduğu şekilde inanışlar var. Birçok kurum yöneticisi ve çiftçi son zamanlarda solunum yolu hastalıklarının yaygın olduğunu iddia etmektedir. Aynı zamanda jeotermal tesisler ve kanser vakaları arasında bağlantı olduğuna inanılmaktadır. JES işletimi esnasında ortaya çıkan gürültü, sıcak akışkanlara/yüzeylere maruziyet de sorun yaratmaktadır. Sondaj ve test aşamalarından kaynaklanan gürültü emisyonları geçici sürelidir ancak, işletme esnasındaki gürültü emisyonları potansiyel olarak uzun vadede sağlık açısından problem yaratabilir. Özellikle atmosfere salınan yoğuşmayan gazlar, alıcı ortama kontrolsüz deşarj edilen sondaj çamurları / akışkanları vb. su kaynaklarında, toprakta ve havada dolayısıyla bitkilerde toksik ağır metal birikimine neden olabilmekte ve bu da halk sağlığı üzerinde olumsuz etkiler doğurabilmektedir. JES işletmelerinde çalışanlar, jeotermal enerji kullanımının her bir aşamasında gürültü, toz, ısı, kimyasal vb. çeşitli tehlikelere maruz kalabilir. İşletmelerin çeşitli aşamalarındaki potansiyel risklerin uygun yönetilmemesi durumunda, iş kazaları ve yaralanmalar, potansiyel patlama olayları sonrasında oluşabilecek gaz emisyonları gibi rutin olmayan risklere bağlı potansiyel sağlık problemleri meydana gelebilir.

12)YEREL EKONOMİ VE İSTİHDAM ÜZERİNE ETKİSİ; JES’lerin yerel istihdama katkısı sınırlıdır. Hâlihazırda sağlanan istihdam çoğunlukla geçici sürelidir.

JES’lerin bölgeye ekonomik katkısı düşük düzeydedir. Yatırımcılar jeotermal kaynaklardan entegre olarak faydalanmamaktadır (örneğin sera üretimleri, meyve veya sebze kurutma, konut ısıtma vb.). Tarımsal üretim miktarlarının azalması sonucu yerel çiftçilerin gelirleri düşmektedir. Jeotermal enerji yatırımları sırasında araziler jeotermal yatırımcılar tarafından orijinal piyasa değerinin 3- 4 katı üstünde bedeller ödenerek satın alınmakta ve bu da arazi fiyatlarında büyük artışa neden olabilmekte, çiftçiler yeni araziler edinerek mevcut arazi sınırlarını genişletmekte zorlanmaktadırlar.

13)TURİZM, REKREASYON VE KÜLTÜREL MİRAS ÜZERİNE ETKİSİ;

JES projelerinin çoğu tarımsal arazilerde kurulmuştur. JES’ler ve ilgili tesisler, negatif görsel etkiler ve buhar salınımı ile turizmi olumsuz yönde etkileyebilirler.
Jeotermal akışkandan hem enerji üretimi hem de termal turizm amaçlı faydalanıldığı entegre sistemler bulunmamaktadır. Proje sahaları yakınında bulunan arkeolojik & tarihi alanlar ve kültürel miras varlıkları jeotermal projenin inşaat faaliyetlerinden zarar görebilir. İşletme aşamasında trafik ve ulaşım faaliyetleri, bölgenin trafik yoğunluğunu ayrıca arttırabilir.

14)ARAZİ İSTİMLAK VE YER DEĞİŞTİRME; Jeotermal enerji için edinilen araziler çoğunlukla nitelikli tarımsal arazileridir. Arazilerin bazıları yerleşim alanlarının yakınındadır. Arazi kaybı gelir kaybına yol açmaktadır.

B.Menderes ve Gediz Havzalarında yaşayan halkla ve üniversite uzmanları ile yapılan toplantı sonuçlarına bakıldığında, katılımcıların Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasına jeotermal uygulamalarına bağlı meydana gelen/gelebilecek tüm sorunları genelde dile getirdiği, bu sorunların raporlandığı görülmektedir. Bundan sonraki sıra hükümettedir. Rapor sonuçlarına göre hükümet ya milli ve yerli halkın sorunlarına sahip çıkarak mevcut jeotermal uygulamalarına HAYIR diyecek yada milli ve yerli olmayan Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası ortaklığında olan çokuluslu şirketlerin ülkemizi cehenneme çeviren Jeotermal Pandemisi uygulamalarına EVET diyerek süreci kalıcı hale getirecektir