Sürdürülebilir kalkınma, ülkelerin kalkınma hedefleri ile gezegenin sınırlı doğal kaynakları arasında bir denge kurulması amacıyla ortaya atılmıştır. Bu kavram ekonomik, çevresel ve toplumsal sürdürülebilirlik boyutlarından oluşmaktadır. Ekonomik sürdürülebilirlik; ekonomik büyümenin, kaynakların daha verimli kullanımı suretiyle sürdürülmesi ve yoksulluğun giderilmesini ifade etmektedir. Çevresel sürdürülebilirlik; ekonomik faaliyetlerin doğal kaynaklar ve biyolojik çeşitliliğe geri dönüşü olmayan zararlar verilmeksizin sürdürülmesini öngörmektedir. Toplumsal sürdürülebilirlik; ekonomik faaliyetlerin maliyet ve ürünlerinin farklı kesimler arasında adil bir şekilde dağılımı, bunlardan etkilenecek olanların karar alım süreçlerine etkin katılımı, toplumun sağlık ve refahının korunması gibi göstergeleri içermektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı, sürdürülebilir kalkınma yolunda önemli araçlardan biri olarak görülmektedir. Yenilenebilir enerji kaynaklarından biri de jeotermal enerjidir. Aydın İli yoğunlaşan jeotermal enerji potansiyelini elektrik enerjisine dönüştürmek amacıyla, sayıları yıllar içerisinde artan pek çok jeotermal santral(JES) projesine ev sahipliği yapmaktadır. JES’lerin sayısı arttıkça da bunların kurulduğu bölgelerde yaşayan halkın çeşitli şikayetleri de artmaktadır. Bu bağlamda, söz konusu JES projelerin sayıca fazlalığı, akışkanlar ve gazlarının denetimsizce çevreye salınmasının yol açtığı su, toprak ve hava kirliliği, jeotermal enerji projelerinin sürdürülebilirliği hakkında tartışmalara sebep olmaktadır. Toplumsal sürdürülebilirlik ancak güçlü sivil toplum ve katılımcılık ile gerçekleşebilir. Kalkınmanın sürdürülebilir olması için katılımcılığın, toplumsal adaletin ve toplumun eğitim ile sağlık durumunun iyileştirilmesi önemlidir. Yerel toplumların karar süreçlerine etkin katılımı, onlara ortak çıkarlarını seslendirme ve etkili biçimde yürürlüğe koyma imkânında yardımcı olabilir. Katılım sürecinin etkin kılınabilmesi için sadece merkezi yasal düzenlemeler yeterli olmayıp, yerel demokrasinin ve yerel inisiyatifin fiilen hayata geçirilmesi gerekir. Büyümenin kalitesini değiştirmek için, kalkınma çabalarına yaklaşımımızı değiştirip tüm etkileri dikkate almamız gerekir. Örneğin bir JES yalnızca daha çok elektrik elde etmenin bir yolu olarak görülmemeli, yerel çevre üzerindeki etkileri ile yerel toplum yaşamı üzerindeki etkileri de bilançoya dahil edilmelidir. Böylelikle bir JES’in ender bir ekolojik sistemi bozacağı sebebiyle reddedilmesi, kalkınmanın kısıtlanması değil, ilerlemenin bir ölçüsü olabilir. JES’ler, yeraltındaki akışkanları kullanarak enerji ürettiği için yenilenebilir ve çevreci bir enerji kaynağı olarak görülmektedir. Bununla birlikte JES’ler kuruldukları arazinin jeolojik özellikleri ve çevresel tedbirlerin alınmaması gibi gerekçelerle su, toprak ve hava kirliliğine yol açabilmektedir. Aydın’daki JES’lere ilişkin ekolojik sorunlardan ilki, bu santrallerin büyük bir bölümünün yol açtığı su ve toprak kirliliğidir. Jeotermal akışkanın içerisinde arsenik, bor, selenyum, kurşun, kadmiyum, hidrojen sülfür, cıva, amonyak, radon, karbondioksit ve metan maddelerine rastlanabilmektedir. Bu akışkanların santralde enerji üretiminde kullanıldıktan sonra yeraltına reenjekte edilmesi gerekmektedir. Fakat Aydın’daki JES’lerin büyük bölümünde bu işlem, maliyet fazlalığı ve teknoloji yetersizliği gibi gerekçelerle yapılmamakta, çevreye salınım sonrası kirliliğe sebep olmaktadır. JES olan bölgelerde yapılan incelemelerde, bor içeren akışkanların çoğunluğunun tarımda sulama amaçlı da kullanılan Büyük Menderes Nehri’ne boşaltılarak nehirde kirliliğe yol açtığı gösterilmiştir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Aydın İli 2016 Yılı Çevre Durum Raporu’nda, Büyük Menderes Havzası’ndaki bor kirliliğinde Sarayköy ile Salavatlı’da bulunan JES’lerin rol oynadığı, akışkanların su kirliliği yanı sıra toprak kirliliğine de sebep olduğu belirtilmektedir. Büyük Menderes Havzası ülke tarımı için önem arz eden bir bölge olup, bor kirliliği nedeniyle bazı tarım arazileri kullanılamaz hale gelmiş durumdadır. Aydın’daki JES’lere ilişkin ekolojik sorunlardan ikincisi, bu santrallerden salınan yoğuşmayan gazlardan kaynaklanan hava kirliliğidir. Bu gazlar içinde karbondioksit, hidrojen sülfür, amonyak, radon, azot, hidrojen ve metan gibi gazlar yer almaktadır. Kızıldere jeotermal sahalardaki yoğuşmayan gaz oranı, dünyadaki emsallerine göre 21 kat daha yüksek düzeyde tespit edilmiştir. Aydın’da JES kökenli kükürt dioksit emisyonları, Aydın’ı Bursa ile birlikte Türkiye’de yaz dönemi kükürt dioksit ortalaması en yüksek il haline getirmiştir. Aydın’da JES kaynaklı yoğuşmayan gazlar bölgede asit yağmurlarına, nem artışına, hava kirliliğine ve çürük yumurta kokusuna sebep olmaktadır. Jeotermal enerji dünyada iklim dostu ve yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak bilinmesine karşın, Aydın’daki jeotermal sahalardaki özgün koşullar sebebiyle JES’lere ait emisyon düzeyleri kömürlü termik santrallerden 2-3 kat bile yüksektir. Jeotermal enerji, yenilenebilir bir kaynak olarak kabul edildiğinden ülkemizde JES’in karbondioksit salımını sınırlayan veya bunları raporlama yükümlülüğü getiren bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.
Toplumsal sürdürülebilirliğin önemli unsurlarından olan yerel halkın katılımı süreci, ülkemizde Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) düzenlemesi ile yürütülmektedir. Fakat ÇED Yönetmeliğindeki halkın katılımı toplantısının düzenleniş biçimi halkın ÇED raporunun içeriğinin belirlenmesine doğrudan etki etmesine olanak verecek nitelikte değildir. ÇED süreci konusundaki Avrupa Birliği standartlarını ortaya koyan AB ÇED Yönergesinde “erken ve etkili bir katılım olanağı”, “yeterli bir süre” ve “makul bir süre” hususları özellikle vurgulansa da, Türkiye’de bu hususlara uyulmamaktadır. Ayrıca JES projeleri yalnızca proje kapasiteleri yönünden değerlendirilmekte, “projenin fiziksel/sosyo-ekonomik, doğrudan/dolaylı, uzun vadeli/kısa vadeli, niteliksel/niceliksel, kümülatif etkileri ile birlikte konumları” değerlendirmeye tabi tutulmamaktadır.
Onun dışında, ÇED sürecinin kapsamı, projenin yapılması önerilen bölgede halihazırda var olan ve planlanan diğer projelerle beraber değerlendirileceği kümülatif bir etki değerlendirmesini de içerecek şekilde genişletilmesi gerekir.
Aydın’da ÇED süreçlerinde JES’lerin kümülatif etkilerin yeterince dikkate alınmaması en önemli sorunlardan birisidir. Türkiye’deki jeotermal sahaların yüzde 85’i Aydın ilinde yer almaktadır. Aydın İli yüzölçümünün yüzde 59’u 2007’de yasalaşan Jeotermal Kanunu ile jeotermal enerji faaliyetlerine açılmıştır. Hali hazırda Türkiye’de işletme halinde bulunan JES’lerin yüzde 53’ü yer almaktadır. Aydın’da işletme halinde olan JES’lerin yüzde 50’si Germencik ilçesinde bulunmaktadır. Avrupa kıtasında jeotermal kaynaklara bağlı üretilen elektrik enerjisinin yüzde 24’ü Aydın ilinde üretilmektedir.
Böylesi bir durum Aydın’da her bir JES projesinin yalıtılmış bir şekilde ele alınarak “ÇED gerekli değildir” veya “ÇED olumlu” kararı verilmesi, bölgedeki toplumsal hayatı ve halk sağlığını JES etkilerine karşı korunmasız bırakmaktadır.
Toplumsal sürdürülebilirliğin önemli bileşenlerinden birini de halkın sağlık koşullarının iyileştirilmesi oluşturmaktadır. Ülkemizdeki JES’lerin olumsuz sağlık etkileri de onları toplumsal sürdürülebilirlik açısından tartışmalı hale getirmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne rapor edilen hastalıkların yüzde 80’i, ölümlerin yüzde 25’i, kanserlerin yüzde 95’i çevresel etmenlerden kaynaklanlıdır. Türkiye’de ölüme en fazla sebep olan hastalıkların son 15 yıllık sonuçlarına baktığımızda Aydın’da dolaşım sistemi hastalıkları, kanser, solunum sistemi hastalıkları kaynaklı ölümler Aydın ilinde her daim Türkiye ortalamasından daha fazla meydana gelmiştir. Söz konusu ölümlerde özellikle Menderes nehrine yakın yerleşim yerlerinde yoğunlaşmaktadır. Toplumsal sürdürülebilirliğin bir diğer unsuru olan gelir dağılımı adaleti de JES projelerinden olumsuz etkilenmektedir. JES’lerin akışkan ve gaz salınımları, su, toprak ve hava kirliliğine yol açarak bulundukları bölgelerdeki tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemektedir. Yapılan çalışmalarda JES’lere yakın bölgelerdeki incir ağaçlarının meyvelerindeki ağır metal oranları, diğer yerlerdekine göre daha yüksek saptamıştır. Dolayısıyla, Aydın’da yaşayanların tarımsal faaliyetlerden gelir elde etme şansı tehlikeye girmekte, gelir dağılımında enerji yatırımcıları lehine ve çiftçiler aleyhine bir dengesizlik oluşmaktadır. Aydın’daki jeotermal uygulamalarına bakıldığında JES’in büyük çoğunluğunun çevresel anlamda sürdürülebilir olduğunu savunmak güçtür. Jeotermal enerjinin gerçek anlamda çevre dostu bir enerji kaynağı olarak kullanılabilmesi için devletin santrallerin sondaj, kurulum ve işletim safhalarında çevreye zararlı akışkan ve gazların salımının önüne geçecek denetimler gerçekleştirmesi gerekmektedir. Yatırımcıların ise anılan kirleticilerin bertaraf edilmesi için gerekli teknolojilerin maliyetine katlanması elzemdir. Kısa vadede kaçınılan kimi maliyetlerin, uzun vadede bizleri daha ciddi maliyetlerle karşı karşıya bırakabileceği unutulmamalıdır.
Toplumsal sürdürülebilirlik, toplumun karar alım süreçlerine katılımı, sağlığının güvence altına alınması ve kaynakların adil dağılımıyla mümkündür. Ülkemizde halkın yatırımlara dair karar alım süreçlerine katılımını sağlamak amacıyla yürürlüğe konulan ÇED mevzuatı etkin bir şekilde işletilmemektedir. Süreçte öngörülen süre ve usullerin, halkın gündeme getirilen proje ile ilgili gerçek anlamda bilgi edinebilmesi ve görüş bildirebilmesine imkan verecek nitelikte değildir. Ayrıca, çevresel etki değerlendirmesinde belirli bir bölgede hayata geçirilecek farklı projelerin kümülatif etkisine yeterince temas edilmemesi ve ÇED raporuna tabi olup olmama hususunda her projenin tek başına ele alınması da isabetli değildir. Bu aksaklık Aydın ilinde dar bir coğrafyada çok sayıda JES’in “ÇED gerekli değildir” veya “ÇED olumlu” kararı almasının önünü açmıştır. Söz konusu santrallerden doğaya salınan kirletici akışkan ve gazlarla ilgili gerekli tedbirlerin alınmaması, bölgedeki kirliliğin toplumsal sürdürülebilirliğin önemli bir unsuru olan halk sağlığı üzerinde tehdit oluşturmasına sebep olmaktadır. Aydın ilinde arazilerin büyük çoğunluğunun jeotermal sondajı ve santral kurulum çalışmaları için tahsis edilmiş olması, santralin tarım üzerindeki olumsuz etkileriyle birleşince yerel halkın ekonomik faaliyetleri de risk altına girmektedir. Toplumsal sürdürülebilirlik, kaynakların adil dağılımını öngörürken, burada santralleri kuran yatırımcıların kazanç sağladığı, yerel halkın ise geçimlik tarım faaliyetlerini eskisi gibi sürdüremez hale geldiği bir durum söz konusudur.
Kısa vadede ekonomik getiri sağlayabilecek yatırımların uzun vadede çevresel ve toplumsal maliyetleriyle gelecek nesillerin refahı ile ülkelerin kalkınma sürecini sekteye uğratabileceği göz önünde bulundurulmalıdır.
Özetle Aydın’da JES’lere dair uygulamaların mevcut haliyle çevresel ve toplumsal sürdürülebilirlik kıstaslarına uyumlu olmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumun giderilmesi için JES’lerin olumsuz etkilerinin önüne geçecek teknolojik önlemlerin alınması, santrallerin kurulum ve işletim sürecindeki denetimlerin etkinleştirilmesi, halkın karar alım süreçlerine gerçek anlamda katılımının sağlanması yönünde adımların ivedilikle atılması gerekmektedir.