Anne sütü, yenidoğanın fiziksel, ruhsal ve zihinsel gelişimi için gerekli tüm sıvı, enerji ve besin öğelerini barındıran, biyoyararlanımı yüksek, sindirimi kolay, doğal bir besindir. Emzirmenin, anne ve bebek üzerinde biyolojik ve duygusal bir etkisi olmakla birlikte, hem anne hem de bebek için immünolojik, psikolojik, sosyal ve ekonomik pek çok yararı söz konusudur. DSÖ ve UNICEF tüm bebeklerin doğumdan itibaren ilk 6 ay sadece anne sütü ile beslenmelerini, 7. ayda tamamlayıcı beslenmeye başlanması ve 2 yaşına kadar anne sütünün devamını önermektedir. UNICEF ve DSÖ raporlarında her 5 bebekten 3’nün doğum sonrası ilk bir saat içinde emzirilmediği, bu durumun bebeklerde ölüm ve hastalık riskini artırdığı ve daha sonra emzirmenin devam etme olasılığını azalttığı ifade edilmiştir. Dünya genelinde yenidoğanların yüzde 41’inin ilk 6 ay sadece anne sütü aldığı, yüzde 71’inin birinci yaşında anne sütü almaya devam ettiği ve yüzde 45’inin iki yaşında halen anne sütü aldığı tespit edilmiştir. Lancet’in 2016 yılı raporuna göre halen birçok ülkede sadece anne sütü ile beslenme oranları yüzde 50’nin altındadır.
Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması 2018 verilerine göre; Türkiye’de 6 aya kadar sadece anne sütü alma oranı yüzde 41 olarak bulunmuştur. Sadece anne sütü alma oranının beklenenin altında olması, sosyoekonomik, demografik, kültürel, obstetrik, pediatrik faktörlerle ilişkilidir ve toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Anne sütünün hemen hemen bütün çağlarda ve kültürlerde çocuğun beslenmesinde eşsiz bir gıda olduğu kabul edilir ve bebeklere en sağlıklı şekilde ulaşmasının yolu ise emzirmedir. Anne sütü ve emzirme çocuk için immünolojik, endokrinolojik, nörolojik ve psikolojik yararlar sağlamaktadır.
İlk 6 ay yalnızca anne sütü ile beslenen bebeklerde obezite ortaya çıkma riski almayanlara göre daha düşüktür. Anne sütü, bebekte hem güven duygusu oluşturarak hem de endorfin salgısını artırarak ağrı kesici ve ağlamayı azaltıcı etki gösterir. Emzirme eylemi anne ile bebek arasında bir etkileşim başlamasını sağlar. Bu etkileşme anne ve bebek psikolojisini olumlu etkilerken, duygusal yönü ağır basan karşılıklı bir ilişki olan bağlanmaya dönüşür. Anne ile bebek arasında güvenli bağ sağlanamazsa, çocuk büyüme ve gelişme sürecinde fiziksel, zihinsel, emosyonel, sosyal ve dil gelişimi açısından olumsuzluklar yaşayabilmektedir. Anne sütünün içerdiği immunglobulinler bağışıklık sistemini geliştirir ve bebeği sepsis, bakteriyemi, menenjit, solunum yolu, üriner ve gastrointestinal sistem enfeksiyonları, apandisit, kulak enfeksiyonları, nekrotizan enterokolit, invajinasyon, pilor stenozu, ani bebek ölüm riski ve alerjik hastalıklara karşı korur. Anne sütü sadece bebeğin enerji ihtiyacını karşılamanın yanında, içeriğindeki enzim, vitaminler, mineraller sayesinde besin maddelerinin sindirilmesine yardımcı olmakta, bebeğin bilişsel gelişimini hızlandırmaktadır.
Anne sütündeki minerallerin kullanılabilirliği formül süte göre daha yüksek olup miktar olarak da bebek için yeterlidir. Ayrıca anne sütü ile beslenen bebeklerde, uzun dönem etkisi olarak kardiyovasküler hastalıklar, çölyak hastalığı, diyabetes mellitus, inflamatuar bağırsak hastalığı, metabolik sendrom, multipl skleroz, alkol bağımlılığı gibi davranış bozuklukları daha az sıklıkta görülmektedir. Altı aydan uzun emzirmenin çocukluk döneminde görülen lösemi insidansını azalttığı, kızlarda meme kanseri oluşumunu azalttığına dair veriler mevcuttur. Anne sütü almayan 0-5 aylık bebeklerde anne sütü alanlara göre; diyare insidansı 4 kat, pnömoni insidansı 2 kat, mortalite 15 kat artmaktadır.
Anne sütünün gelişmekte olan ülkelerde bebek ölümlerinin yüzde 13’ünü azalttığı, beş yaş altı çocuklarda 1,4 milyon ölümün önüne geçtiği tahmin edilmektedir. Anne sütüyle beslenmenin, sağlığın korunması ve geliştirilmesi, toplumun geleceği ve ekonomisi açısından birçok faydası bulunmaktadır. Toplumda başlıca diyabet, obezite ve kanser sıklığını düşürerek toplumun sağlık düzeyini yükseltir; dolayısıyla sağlık harcamaları ve işgücü kaybını azaltmaktadır.
ADÜ Aile Hekimliği Ana Bilim Dalından Dr. B.Yılmaz 2020 yılında “ Aydın İli Efeler İlçesindeki Çocukların İlk Bir Yaşta Anne Sütü Almaları” konulu tez çalışması yayınladı. Bu çalışmaya göre Aydın’da bebeklerin yaklaşık yüzde 33’ü ilk altı ayda sadece anne sütü ile beslenmişken, bir yaşın sonunda anne sütüne devam etme oranı yaklaşık yüzde 75’tir. Bu sonuçlara göre Aydın’da ilk altı ayda sadece anne sütü alma oranı Türkiye ortalamasına göre yüzde 20 düşük tespit edilmiştir. Annelerin erken tamamlayıcı beslenmeye geçişi ve formül süte başlama nedenleri arasında en sık görülen sebep “süt yetersizliği ve bebekteki büyümenin geri kalması” idi. Aydın’da yapılan araştırma sonuçlarına bakıldığında yenidoğan bebeklerin hayatlarının ilk altı ayında Türkiye ortalamasına göre daha az oranda anne sütü ile beslenmek zorunda kaldıkları görülmektedir. Peki Türkiye ortalamasına göre daha az oranda anne sütü ile beslenmek zorunda kalan bu bebeklerin beslendikleri anne sütünün içeriği ve niteliği nasıldır? Aydın’da yapılan bilimsel araştırma sonuçlarına göre Büyük Menderes Nehrinin kirli suları ile sulanan tarım topraklarında, bu topraklarda yetişen tarımsal ürünlerde ve gıdalarda yüksek oranda ağır metal kirliliği saptanmıştır. Yine Aydın’da yapılan çalışmalarda jeotermal santrallere yakın topraklarda , yerüstü ve yeraltı sularda, topraklarda yetişen tarımsal ürünlerde ve gıdalarda ağır metal, kimyasal madde ve radyoaktif madde kirliliği, birikimi saptanmıştır. Çevre kirliliğine bağlı olarak tarımsal ürünler ve gıdalara geçen ağır metal, kimyasal madde ve radyoaktif maddeler aynı zamanda bu ürünleri tüketen insanların tüm doku ve vücut salgılarına da geçmekte, birikebilmekte, zararlı etki göstermektedir. Dünyada toprak yüzölçümü başına en fazla jeotermal santralin olduğu Aydın İli Germencik ilçesinde arı sütünde yüksek oranda Bor saptanmıştır (S.Bakırcı, ADÜ, 2019). Büyük Menderes Nehir suyu ile sulanan ve tarımsal ilaç kullanılan topraklardaki tarımsal ürünler ve gıdalar ile beslenen inek sütlerinde Kurşun dahil pek çok ağır metalin olduğu saptanmıştır (A. İnci, ADÜ). Peki tarımsal ürünler ve gıdalar ile arı ve inek sütlerine geçebilen ağır metaller insanların anne sütlerine de geçmekte midir? Eskişehir, Afyon ve Hacettepe Üniversiteleri tarafından yapılan çalışmalarda Aflatoxin ve Okratoxin’in gıdalar aracılığı ile kadınların sütlerine geçtiğini gösterdiler (M, Cengiz/M. Dinleyici,2015). Tüm bu sonuçlara baktığımızda tarımsal ürünler, gıdalar, içme-kullanma suları ve hava içinde bulunan ağır metallerin beslenme yolu ile anne sütüne, emzirme yolu ilede bebeklere geçebildiği çok net ve kesindir. 2020 yılı Avrupa Kalkınma Bankası ve Çevre Şehircilik Bakanlığı’nın hazırladığı “Jeotermallerin Kümülatif Etki Değerlendirme Raporu” verilerine göre ; 2015-2019 yılları döneminde Aydın’da; Düşük Doğum Ağırlıklı Bebek Doğumu Türkiye ortalama değerinden 4 kat daha fazla gerçekleşmiştir.
Aydın’da doğan bebeklerin Türkiye ortalamasına göre daha fazla düşük kilolu doğmalarının sebebi, annelerin bebeklerine hamile iken hem kendilerini hem de bebeklerini anne karnında miktar ve nitelik bakımından yeterince besleyememeleridir. Bununda Aydın’da en önemli nedeni sosyoekonomik ve ekolojik faktörlerdir.
Peki anneleri yeterince beslenemedikleri için Türkiye ortalamasına göre daha düşük kilolu doğan, annelerinin süt yetersizliği nedeni ile Türkiye ortalamasına göre daha az emzirmek zorunda kaldığı bu bebekleri Aydın’da ne bekliyor?
Bu bebekler maalesef Türkiye emsallerine göre hayata daha kötü koşullarda başlamakta, hayata tutunmaya çalışmaktadır. Bu bebeklerin doğuşta beklenen yaşam ömürleri Türkiye ortalamasına göre daha kısa olmaktadır. Yine bu bebekler Türkiye ortalamasına göre daha sık ve ağır hastalanmakta, kanser olmakta, ölmektedir. 2016 yılı Sağlık Bakanlığı “Sağlık İstatistikleri Yıllığı” verilerine göre Aydın’da meydana gelen Bebek Ölüm hızı binde 7,8; beş yaş altı Çocuk Ölüm hızı binde 9,8 ile Ege Bölgesi ve Türkiye ortalamasından daha fazla meydana gelmiştir. Aynı yıl içinde Anne Ölüm hızıda yüz binde 24 ile Türkiye’de en fazla anne ölümün gerçekleştiği yer olmuştur.
Aydın’ın ve Türkiye’nin en önemli zenginliği olan sağlıklı insan varlığı, bizim gelecek güvencemizdir. Maalesef bizler insanlarımızı yok sayarak, insanları yaşat ki devlet yaşasın şiarını unutarak, sağlıklı ve sürdürülebilir geleceğimizi tehlikeye atıyoruz. Bebeklerimizi hayata tutunma aşamasından başlayarak daha az besleyebiliyor ve eğitebiliyor, onları emsallerine göre tüm hastalıklara daha yatkın bir insan olarak yaşam mücadelesi vermek zorunda bırakıyor, daha erken ölmelerine zemin yaratıyoruz. Bunları da kutsal saydığımız, üzerine yeminler ettiğimiz, dünyadaki en temiz ve değerli kaynağımız olan anne sütünü kirleterek ve azaltarak yapmaya başlıyoruz. Peki ne ve kim adına?