Olmak istediğimiz kişiye, yaşamak istediğimiz yaşantıları yaşadığını düşündüğümüz kişiye âşık oluyoruz. İdeal yaşantılarımızı görüyoruz orada. İçe kapanıksak dışadönük kişiye çekim duyuyoruz. Eksik parçamızı tamamlıyoruz. Dolayısıyla onun özelliklerinden bir şeyler öğrenmemiz, birlikte büyüyebilmemiz, gelişmemiz aşkın gerekliliğidir.
Yani âşık olmak ötekinden öğrenmek ister fakat öğrenemez değişime direnirsek aşkın duygusal kredisi bittiği vakit o şahane özellikler gözüne batmaya rahatsız etmeye başlar. Ondan öğrenmesi gerekirken kendi içimizdeki ekstrem uçlara daha çok yöneliriz. Tıpkı göçmenler gibi.
“ARTIK BİRLİKTE OLMAK İÇİN BAHANE YARATILMAZ”
Göçmenler de içine girdikleri sistemle uyum sağlayamayınca daha uç bir yaşam sürerler.
İlişki ilerledikçe veya evlenince, uzun süre uslu uslu bekledim şimdi karşılığını görelim der geri adım atılır. Artık birlikte olmak için bahane yaratılmaz, televizyona vakit ayrılır, yakınlık ve temastan kaçınılır. Bu noktada birçok insan eşinin beğendiği özelliklerini sıkıcı bulmaya başlar sessiz yapısını (içine kapanma eğilimini) önceden onun ruhsal yapısının bir parçası deyip kabul ettiği parçasını şimdi ona kendisini yalnız ve dışlanmış hissettirdiğini söyleyebilir. Eşinin girişken hayat dolu tavırlarını beğenirken şimdi kendini istilaya uğramış gibi hisseden kocalar vardır.
“AŞKI ÖLDÜREN EVLİLİK DEĞİL”
Başlangıçta dışa dönük hayat dolu eğlenceli olan, ayrılırken yalnız kalamayan dürtülerini kontrol edemeyen taşkın biri oluyor bizim için. Gizemli, entelektüel, güvenilir olan da a sosyal eğlenmeyi bilmeyen biri oluyor. Evlilik aşkı bitirir derler. Evli olmayanlarda aşkı öldürebiliyor. Evlilik de öldürebiliyor. Aşkı öldüren evlilik değil, yetişkin olmaktan, sorumluluk almaktan, bir ötekinin kalbine yatırım yapmaktan korkmamızdır. Cesarete, öğrenmeye, şefkate ve sabra açık olursak, Senai Demirci’nin söylediği gibi “Evlilik aşkı olduran” da olabilir.