Şahsen Avrupa Birliği’nin benim insanlarım için cennet olduğuna inanmıyorum. Oysa bizi idare eden politikacılar en az 50 yıldır Avrupa Birliğini bizler için Cennet gibi gösterdiler. İnanmak İslamın şartlarından olduğu için bizde inanıyoruz maalesef. Oysa geçmişten günümüze bütün yönetenlerimiz bilirler ki Avrupa Birliği Türk Milleti Milliyetini,dinini değiştirmeden asla Türkiye’yi bünyesine almayacak. Adamlar açıkça “Avrupa Birliği Hristiyan Kulübü” diyorlar, daha ne desinler. Aslında bize yani Türk Halkına lazım olan şey onların devlet olarak kendi vatandaşlarına tanımış olduğu bazı sosyal haklar, hukuk ve adalet. Diyorum ki gerçekten halkının iyiliğini isteyen, yabancıların  etkisi altında kalmayan idareciler Avrupa’da yaşayan insanların sosyal haklarını kendi vatandaşlarına vererek bizim Avrupa Birliği’ne olan ihtiyacımızı giderirler. Zira bu gün Avrupa Birliği’ndeki devlet yöneticilerinin çoğunluğu, hatta tamamına yakını hala kafalarında Haçlı düşüncesini atamayan kişilerdir.  Bu arada birde Eski Başbakanlardan Sayın Tansu Çiller’in Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye imzalamış olduğu ve 31 Aralık 1995 yılında yürürlüğe giren AB’nin başka hiçbir ülke ile imzalamadığı tek taraflı Gümrük Birliği Antlaşması var. Tek taraflı diyorum çünkü bu gün her ne kadar Türkiye olarak en çok ticaret yaptığımız ülkeler Avrupa Birliği ülkeleri olsa da biz onlar için 6'ncı sıradayız. Yani Avrupa Birliği’nin en çok ticaret yaptığı ülkeler sıralamasında 6'ncıyız. Bu arada bazı ekonomistler de Gümrük Birliği antlaşmasından Türkiye’nin yılda ortalama 30 milyar dolar zarar ettiğini belirtiyorlar. Gümrük Birliği’nden zarar ettiğimiz gerçek ama bu rakam şayet doğru ise 23 yılda düşünün Avrupa Birliği ile ilişkilerden 690 Milyar Dolar zarar etmişiz demektir ki bu anlaşmanın ülkemiz menfaatleri doğrultusunda güncellenmesi gerekmektedir diye düşünüyorum. Ya da bu konu enine boyuna halkımıza anlatılıp referanduma götürülmeli diyorum. Bu şekilde devam ederek ayağımıza kurşun sıkıp durmanın çokta anlamı yok bence. Birde şunu düşünüyorum Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal olsa idi yönetimde bizi böyle Avrupa Birliği’ne gireceğiz diye AB kapılarında süründürürmüydü, yoksa onların gelip bize katılmamızı teklif etmelerini mi beklerdi? Bence ülkemi yönetenler Avrupa Birliği konusunda biraz daha samimi olup AB’nin bize samimi davranmadığını, içeri almadan boynumuzda bir tasma sürekli olarak kapıda bekletmek istediğini söylemeli. Ya da Suriye ve Afganistan’dan gelen mültecileri gönderelim Avrupa’ya. Kişisel görüşüm sadece ülkemizi değil dünyanın tüm mazlum milletlerini zulümden kurtaracak formül Türk İslam Birliği’dir. Gelelim Suriyeli Mülteciler meselesine. Ülkelerinde iç savaş çıkınca canlarını kurtarmak için devletimizin şefkatli kollarına sığınan kadınların, çocukların, yaşlıların başımızın üzerinde yeri var,ancak eli silah tutan genç ve orta yaşlı erkeklerin ülkelerinde kalıp kendi bağımsızlıkları için savaşmaları daha çok yakışık alırdı.Benim 20 yaşında 21 yaşında tazecik evlatlarım gidip Suriye’de şehit oluyorlar, Suriye’den gelen kazık kadar adamlar yılbaşında Taksim’de Suriye da ÖSO bayrağı açıp yılbaşı kutluyorlar. İşin kötü tarafı şu an ülkemizde kaç milyon Suriyeli sığınmacı olduğunu devlet bile bilmiyor. Ortada tahmini rakamlar dolaşıyor,3,5 milyon kayıtlı,1,5 milyon kayıtsız. Şayet devlet işi başından sıkı tutup 911 km Suriye sınırı boyunca mülteci kampları kurup,Suriye’den gelenleri burada ağırlasa idi bence çok daha faydalı bir iş yapmış olurdu. Birde devletimizin Suriyeli Sığınmacılara fazlasıyla şefkatli davranıp, kendi vatandaşlarına sağlamadığı ayrıcalıkları onlara sağlamış olması. Geçtiğimiz günlerde Denizli’den gelen bir arkadaşımızla konuştum. ”Denizli’de hastanede 500 kişi hasta yatıyorsa bunun 400 tanesi Suriyeli.” dedi. Ve kendince onlara tanınan ayrıcalıklardan bahsetti. Bence ülkemin sevgili yöneticileri Suriyelilerin hangi şartlarda ülkemizde kaldığını bir basın toplantısı ile halkımıza açıklamalı. Zira bu şekildeki bir uygulama halk arasında huzursuzluk yaratıyor. Bu arada bu milyonlarca Suriyeli’nin ülkemize doldurulması,ayrıca önümüzdeki günlerde Suriye Rejiminin Rusya ile İdlib’e yapacağı operasyon sonrası daha milyonlarcasının gelecek olması ABD Temsilciler Meclisinin 1896 yılında Osmanlı için almış olduğu o günkü coğrafi şartlara göre “Türkiye Birleşik Devletleri” bu günkü coğrafi konuma göre “Ortadoğu Birleşik Devletleri” kararı uyarınca CIA’nın Türkiye’yi Araplaştırma projesinin bir gereğimidir? Çünkü 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Başkanı Prof.Dr. Ümit Özdağ 20 yıl sonra Türkiye’nin demografik yapısının tamamen değişeceğini söylemektedir. Bence Suriyeli mülteciler Suriye Rejimi ile ülkeler arası normal ilişkiler kurup,işbirliği yaparak ABD’yi ve Rusya’yı oradan göndererek Suriye’yi Suriyeliler için güvenli bir hale getirdikten sonra ülkelerine gönderilmeli diye düşünüyorum. Hatta yapılabiliyorsa ABD-AB-RUSYA ne der? Demeden bölge ülkeleri ile “Türkiye-Suriye-Irak-İran” bir ortak pakt oluşturmalı ve bölgeye hiçbir emperyalist ülkeyi sokmamalı diye düşünüyorum. Düşünün bu dört ülke güç birliği yapma becerisini gösterebilirse hangi ülke karşılarında durabilir. Ortalama günde 15 yalan söyleyen ABD Başkanı Trump’un bu günkü tehdidini duymayan kalmamıştır sanırım. Ne diyor hain Trump “Türkiye Suriye’nin Kuzeyindeki Kürtleri vurursa(ülkemiz aleyhine eğitip, donattığı buradaki PKK-YPG-güçlerini kastediyor.) bizde Türkiye’yi ekonomik olarak mahvederiz” dedi bu gün atmış olduğu twitlerde. Aslında Türkiye ABD’ye uyup “Kardeşim Esad”politikasını, ”Katil Esad” politikasına çevirmese idi ABD bu gün Kuzeydoğu Suriye’de 4 milyon silahlı güç oluşturabilecek 20 bin tır ayrıca 300 uçak dolusu silahı yığamazdı. Şahsen Suriye’nin kuzeydoğusunda eğitip donattıklarını söyledikleri 60-70 bin PKK-YPG’li silahlı gücün söylediklerinin en az 3-4 misli fazla olduğunu düşünüyorum. Günde 15 yalan söyleyen Trump’tan ülkem aleyhine böyle sinsi bir plan beklerim şahsen. “Yok ya o kadar da değildir” demek gafletin ta kendisidir. Orada belki de 300 bin silahlı güç Türkiye’ye saldırmak için bekliyor. İşte tamda bu sırada “Ergenekon”du,”Balyoz”du,”Kumpas”tı derken peşinden bir de “Feto” davaları sonucu 800 bin kişilik Türk Silahlı Kuvvetleri’nin sayısı nerdeyse 350 bine düşmüşken (https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/tsknin-personel-mevcudu-aciklandi/718727) sevgili devlet yöneticilerimiz ülkemizin tek tank üreticisi olan Sakarya Tank Palet Fabrikası’nın kullanım hakkını 25 yıllığına Türk ortaklı Katarlılara satmayı düşünüyorlar. Peki bu özel şirketler ne için satın almak istiyorlar bu fabrikayı? Elbette para kazanmak için. 714’ü işçi olmak üzere geri kalanı askeri personel olan toplamda 970 kişiyi ekmeğinden edecek olmasa da bu özel şirketlerin daha çok kazanmak için burada yapılan üretimde malzemeden kasmayacağının garantisi var mı dır? Peki Türk Ordusuna silah üreten bu fabrikada yapılan üretimlerde malzemeden kısılmasının faturasını Türk Askeri ödemeyecek mi? Çok sevgili devlet büyüklerimden bu kararı bir daha gözden geçirmelerini, mümkünse bu kiralamadan vazgeçilmesini özellikle istirham ediyorum. Selam ve Saygılarımla.