Yol Hikayeleri (57) - Keskin Sirke Küpüne Zarar Verir
Halit Tükenmez
Malum ata sözlerindendir; “Keskin sirke küpüne zarar verir.”
Bunun bir maddi anlamı elbette vardır, sirke çok keskin olursa küpüne zarar verir. Bir de gerçek hayatta karşılığı vardır. Hayata keskin çizgilerle bakmak zaman içinde kişinin kendisine zarar verebileceği, bu nedenle biraz daha esnek düşünülmesi gerektiği anlamında kullanılır.
Bir de buna benzeyen atasözlerimizden; “Rüzgar eken, fırtına biçer.” Diye bir atasözümüz vardır. Bu sözün maddi bir açıklaması yoktur, ancak manen son bir yılda ülkemizde siyasi arenada belli bir kesim tarafından kullanılan kin ve nefret dilini çağrıştırması anlamında oldukça önemli bir sözdür.
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri öncesi ve sonrasında siyasi yelpazenin bir tarafında kullanılan ve halkımızın arasına kin ve nefret tohumları eken söylemler için yukarıdaki ata sözleri en iyi örnektir.
Gördüğümüz kadarıyla düşmanlarımızdan başka kimseye faydası olmayacak halkımızı kamplaştırma konusunda oldukça başarılı olduklarını söyleyebiliriz. Özellikle iktidar kanadı tabanında artık normal şartlarda siyasi sohbette bulunmak pek mümkün görünmüyor. Zira hiç sorgulamadan araştırmadan sadece üst kademedeki yöneticilerin söylediklerine inanan tabandaki bir grup insan muhalefeti neredeyse PKK ile işbirliği yapmakla ve ihanetle suçluyor.
Allah'tan ki muhalefet bu konuda oldukça aklı başında ve sağduyulu bir görüntü veriyor. Kabul etmek gerekir ki halkımızın büyük çoğunluğu da bu konuda oldukça aklı başında ve sağduyulu davranıyor. Yoksa bizde yine ata sözüdür bilirsiniz. "imam os…sa cemaat sı..r.” der. Yani bizde cemaati temsilen halkımız başımızdaki imamlara uysa Allah korusun şimdiye 12 Eylül 1980 öncesine çoktan dönmüştük.
Aslında en büyük sıkıntımız okuma alışkanlığımızın olmayışı arkadaşlar. 12 Eylül 1980 öncesi ülkemizde yaşanan anarşi ve terör ile ilgili yazılan bir sürü kitap var. Bugün yaşı 55 altında olanlar, o günleri yaşamayanlar pek bilmezler o günlerde yaşananları. Anlatayım desem anlatmakla bitmez ki. Düşünün ki yurdun her tarafında her gün kavga, her gün bir yerlerde çatışma ve günde ortalama 15-20 Türk genci hayatını kaybediyor. Bu çatışma ortamını da emperyalizmin içimizdeki yapılanması olan Gladyo körüklüyor. Bu gün aynı masa etrafında oturup tartışabilen sağcılar ve solcuların o dönemde bir araya gelip konuşmasına gladyo yapılanması tarafından asla izin verilmedi. Tabii her iki tarafta gladyo yapılanmasını bilmediği için kendisine dost zannediyordu. Öyle olmasa daha sonra mahkeme kararları ile sabitleşen aynı silahın sabahtan bir grubun elinde, öğleden sonra karşı grubun elinde patlaması nasıl izah edilebilir.
Demem o ki bu gün 12 Eylül 1980 öncesi Türkiye şartlarını bilmeyen,yaşamayan genç kardeşlerimiz bazı devlet büyüklerimizin gazına gelip sağa sola saldırabilirler. Çubuk’ta olduğu gibi. Oysa devletin görevi insanı yaşatmaktır. Devlet insanı yaşatmaz sa kendisi de yaşayamaz. Bu konuda Şeyh Edebali’nin Osman Gazi’ye Nasihatinde şu sözler çok anlamlıdır. "İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Şimdi Diyanet İşleri Başkanlığının 6 Mayıs 2019 tarihinde başlayan Ramazan ayı için belirlediği fitre fiyatları 23 liradır. Yani bir insanın bir günde üç öğün sadece yemek parası 23 lira. Bu hesaba göre 4 kişilik bir ailenin bir aylık sadece kıt kanaat yemek parası 2760 lira oluyor. Peki bizim asgari ücretimiz ne kadardı 2020 lira. Ama bu rakamlar Osmanlı Torunu olmakla öğünen yöneticilerimize pek uymuyor. Osmanlıyı kuranlar ne diyor “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Ama biz verdiğimiz maaşlarla işçimizi emeklimizi açlığa mahkum ediyoruz.
Aslında tüm bunların çözümü üretim ekonomisine dönmekten şeffaf yönetim ve adil paylaşımdan geçiyor ancak sanırım mevcut şartlar da buda mümkün olamıyor. Eninde sonunda Türk Milleti olarak 100 yıl önce yaptığımız gibi yedi düvele karşı yeni bir Kurtuluş Savaşı vermek zorunda kalacağız sanki. Diyeceksiniz ki o zaman Atatürk vardı. Şimdi de herkes Atatürk gibi düşünmek zorunda.
Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim’de Yüce Allah diyor ki; "Kullarımın kusurunu gizleyerek benim yanıma gelirsen, bende senin kusurunu gizlerim.” Peki biz ne yapıyoruz. Elhamdülillah Müslümanız, ama birbirimizin açığını, ayıbını araştırıyoruz durmadan. Bence “Elhamdülillah Müslümanım.” Diyen her kes önce bir inançlarında ne kadar samimi? Onu araştırmalı, kim ne kadar Yüce Allah’ın bizden istediği gibi yaşıyor. Her zaman dediğim şudur,ülkemizde “Elhamdülillah Müslümanım.” Diyenler gerçekten Hak’kın bizlere emrettiği gibi yaşasa Türkiye’de fakir kalmaz.
Elhamdülillah Müslümanız,ama her türlü iftirayı atarız, her türlü çamuru atarız, nasılsa izi kalır, her türlü yalanı söyleriz. Kimsenin hakkını hukukunu gözetmeyiz. “Hep bana, rap bana” deriz. Hepsi benim olsun da gerisi ne olursa olsun.
İsrailoğulları Tevrat’tan sonra “Talmud İnancı” diye bir inanç geliştirdiler Arkadaşlar. İsrailoğulları için Yahudi olmayan her kesin (Müslüman, Hristiyan, Budist, Ateist fark etmez) malı mülkü, parası, pulu, hakkı hukuku onlara helal, ama onların hiçbir şeyi diğer ırklara helal değil. Yıllardan beri Filistin’e yaptıklarını görünce anlıyorsunuz. Ayrıca İsrailoğulları kendilerinden başka kimseyi sevmezler Yahudi olmayan her kesten nefret ederler ve kendilerini sürekli savaş halinde görürler.
İnsan sormadan edemiyor. Onların uygulamaları ile bizdeki uygulamalar birbirine benziyor mu?
Biz seçimlerle uğraşırken ABD ile ayrı, İsrail ile ayrı, Mısır ile ayrı, daha bilmem kaç ülkeyle önce ekonomik sonra da Türkiye’ye karşı askeri anlaşmalar yapan Yunanistan ve Güney Kıbrıs mı bize düşman yoksa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu değerlerine geri dönülmesini isteyen muhalefet mi bize düşman? Hangisi?
Peki Allah Korusun yarın biz içeride birbirimize düşersek halimize kim gülecek ellerini ovuşturarak.? Peygamber Efendimizin Hadis-i Şerifi Arkadaşlar; "Birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır.” diyor.
Türk Milleti olarak kararı biz vereceğiz, Allah’tan rahmet mi istiyoruz, yoksa azap çekmek mi istiyoruz?
Selam ve Saygılarımla.
Yorumlar