Ölüm, sadece yakaladığı kişiyi değil ailesini ve çevresini de hayattan kopartan, acısının tarif bile edilemeyeceği, akla geldikçe gözleri dolduran, boğazları düğümleyen çok korkunç bir şey.
Ölüm o kadar acı ki…
Sevdiğin bir insanın bir daha geri gelmeyeceğini bilmek…
Bir daha ona sarılamamak, onu öpememek.
Onunla kahkaha atamamak, onunla aynı sofrayı paylaşamamak.
Ölümden bir tık acısı da giden kişiyi kabullenmek. Artık olmayacağına ikna olmak.
5 seneden beri asayiş muhabirliği yapıyorum. İlk başta gittiğim her haberde duygusal yaklaşırdım. Kendime dert edinirdim. İnsanlara yardım edeyim diye görüntü çekmeyi bile unuttuğum zamanlar oldu. Sonra aylar geçtikçe biraz daha alıştım, daha soğuk kanlı oldum. Hiç etkilenmiyor musun dediklerinde, işimin gereği bu dedim hep.
Ama son zamanlarda kendimde şunu fark ettim. Gittiğim her olayda, ne zaman hayatını kaybetmiş biri olsa yüzüne derin derin bakarken buldum kendimi. Ne hissetti? Aklından en son geçen şey neydi? Ne dedi mesela annesine, sevdiğine. Tartışmış mıydı ki acaba birisi ile.
Sürekli bunları düşünür oldum. Çünkü ölüm dediğimiz şey o kadar zamansız ve acımasız ki. İnsana veda için zaman bile bırakmıyor.
O yüzden hep derim, sevdiklerinize her defasında son kez sarılırmış gibi sarılın, son kez öpermiş gibi öpün. Kalp kırmayın, içinizdeki duyguları saklamayın.
Her şey yitip gittikten sonra, söyleyemediklerini toprağa bakıp söylemek, kokusunu özlemek ama toprak kokusu ile yetinmek zorunda kalmak acının üstüne tuz basmak gibi bir şey oluyor…