ÖNCE KALBİNİ (SONRA BEYNİNİ VE DAHA SONRA DA BEDENİNİ) DOYUR…(3)
Ömer Hakan Yavaşoğlu
Peki vasatı nasıl olacak, yani hem biyolojik bedenin ihtiyacını karşılayalım hem de o perişan eden ağırlık ve uyuklama halini yaşamayalım derseniz ben de derim ki size:
Sofradan "iştahla kalkmayı adet edinin" nebevi-düsturunu şiar edinirsen kendine, bu sorunu halletmiş olursun. Çünkü her iki tarafı da ihmal etmemiş olursun böylece(hem bedeni hem de kalbini dengeli şekilde doyurmuş olursun).
Peki kalbimizden sonra beynimizi nasıl doyuralım? diye bi soru tevdi eylersen ey insan ben de sana şöylece cevap verebilirim:
Öncelikle beyin doyurulması işini şiar edinmiş hikmet ehlini iyi tanı, öğren, hayat izleklerini iyi takip et…ara bul, aç kurdun yiyecek araması gibi, çölde Mecnun’un Leyla’sını araması gibi… Hatta Mutluluk kılavuzumuzda “…ya Rabbi beni hikmet ehli kıl…” şeklinde edilen bir peygamber duasını ,SAV efendimizin “bana eşyayı olduğu gibi göster” duasıyla birlikte tefekkür edersen, “varlık sancısı/ontolojik sancı”nın ne olduğunu anlayıp, hissedersin(iyice dibe vurarak) ve sonrasındaki inşirahla (düalite/ezdad gerçeği) hakikate yönelip huzur yoluna revan olursun…
Zaten “hikmet sevgisi”nin diğer adı felsefedir…ama Üstad Necip Fazıl’ın “zıpkınla havayı delmek” şeklinde tanımladığı felsefe değil bu. Bizim bahsettiğimiz…Hz.İbrahim’in “…Ya Rabbi ölümden sonra nasıl diriltecesin? bana göster ki kalbim bu konuda mutmain olsun..” deyip iltica ettiği merak saikıyle iltica ettiği şey “hikmet sevgisi”yani gerçek felsefedir…
“İlim” arapça kök etimolojisiyle üç harften (ayn, lam, mim) oluşur. İlim (arapça okunuşu şekliyle) nasıl ki “yön, levha, tabela” demek ise felsefe de “hikmet sevgisi” yoluyla hadiselerin “nasıl?”ını ortaya çıkaran bir ANKA KUŞU gibidir, hikmet kuşuna bindin mi o seni menzile uçurabilir…Hani bak bi, kulak ver Feridüttin-i Attar’ın “otuz kuşun hakikat yolculuğu”nu anlatan “Mantık-ut Tayr”adlı eserindeki SİMURG’a (Anka Kuşu). İşte bu eser de ilmi nasıl tabela,yön
levhası gibi Hakikati işaret ettiğine dair çok güzel şekilde metoforlarla hikayeleştirerek anlatılmakta…
Peki şimdi, "madem tatminsiz yaratıldık bizi tatmin edecek şey nedir?” diye sual eylersen ben de sana hemencecik Rad.28’de ki şu kelamullahı kalbine nakşet derim güzelce: “Kalpler ancak Allah’ı anmakla mutmain olur”
Peki bu nasıl temin edilecek? Pratik gündelik hayatta her an kalbin O’nu anması mümkün kılınabilir mi? Bu kadar sonsuz sayıda bilgi ve hengame sağanağının altında kalbi, beyni filtresiz yaşayan insan kafayı tırlatmadan bunu nasıl sağlayabilecek? bu bir ütopik düşünce mi? ham haya mi? yoksa gerçekten mümkün mü?
Yorumlar