Değişime arzulu milletlerin şuur altında var olan; dönüşüm mü değişim mi dilemması (ikilemi) içerinde zihnî bulanıklığın varlığı da tekâmülün önündeki engel gibi görünür. Değişmenin, ilerlemenin şartı olduğunu düşünmekle birlikte, bu esnada dönüşüme matuf toplum mühendisliğinin mevcudiyeti; hassas cemiyetleri, kabuğunu kırmakta tereddüt geçirmeye zorlamaktadır. Tahavvülün neticesindeki gelişmeler, bir topluluğun -aslında- başka mecralara sürüklenmesine sebep olduğu bilindiğinden dolayı, tecdit hareketlerinin dirençle yüzyüze kalmalarına yol açıyor. İnanç birliği ile bütünlüğünü muhafaza eden, kavmiyet ile sentezi yapılan; ama altında çapanoğlu aranmasına sebep teşkil edecek gelişmelere zemin hazırlayan âmillerin meydanda cirit atması, hamle yapacak cemiyetin kafasını dışarıya çıkarıp tabii bir refleksle geri çeken bir civcivin halini andırmaktadır. Güvensizlik duygusu had safhadadır. İtimat telkin edici bilgi ve bundan meydana gelen fiillerin olmaması veya toplumun tabii seyrine muhalif ifadelerin hâkimiyeti “acaba”ları tezahür ettirmektedir. Böyle toplumlar, mukaddesatına bağlıdırlar. Kuvvetli bir rabıta ile bağlandıkları kutsî kıymetlerine halel geleceği fikriyle hareket etmektedirler. Bunda da haklı oldukları; yapılan “değerlerinden arındırma” politikalardan bellidir. Zira değişim adına teşebbüste bulunan her fikrî akım ve bunun neticesinde hareketin işbaşında fiiliyata dökülmesi; inandığı değerlere “saldırı” var hükmünü verdirmektedir. Asırlardır hemhâl olduğu, müşterek buluşma zemini kabul ettikleri, “ırkî”farklılıkları ayrışmaya temel teşkil etmediği “inanç” birliğinin zedelendiğini düşündüren masabaşı mühendisliği, cemiyetin mutabakatsız kalmasına sebebebiyet vermektedir. Mutabakat kültürünün mevcut olmamasının tesisi; halk hareketlerinin direnmesine, muhafaza duygusuna meşruiyet kazandırmıştır. Geçici bir fetret devrin yaşanması, dâhili ve hârici toplum mühendisliğinin had safhada olması, inancı muhafaza uğruna; sapmalara vasat hazırlamıştır. Muhafazakâr Değişim’de asıl olan ise, değerlere sahip çıkarak gelişmedir. Mevcut hataları tasfiye; ama, yerine ikâme edilecek yeni “şey”lerin cemiyetin geleneğine, inancına düşman olmayan, uzak durmayan yeniliklerden teşekkül etmelidir. Tahrifata uğramış, tekâmüle mani çürük değersiz kıymetlerin tecdidi (yenilenme) münbit (verimli) neticelere imkân verecektir. Topluma, asrın gelişmelerinden; bu gelişmenin değişme ile mümkün olabileceğinden, değişmenin dünyalık getirisinin muşahhas verilerini sunarak yapılan teşebbüs, müspet neticeler vereceği muhakaktır. Karşı karşıya kaldığı veya kalacağı; şırınga edilecek doktriner nassların (dogmaların) olamayacağını yenileşme çabasındaki cemiyete (millete) izah edilmelidir. Tepeden inme fikrî zorlamaların cemiyette akis bulması zor olacağından, hatta ters tepeceğinden ortak değerlerine vurgu yapılmalıdır. Seçilenlerin nazarisyenleri, toplumu yönlendirme mevkiindekilerin ve tabiki idarecilerin afakîlikten uzak durmaları, ayakları yere basarak iş yapmaları ehemmiyet arz etmektedir. Esas meselenin bam teli, tarihî geçmişi olan bir milletin -ki burada arz edilmek istenen milletin Müslüman-Türk milleti olduğu izahtan varestedir- Sahih Geleneği’ne bağlılığı da aşikârdır. Sahih Geleneği’ni tesis etmiş bir milletin yeniliklere karşı hissiyatsız olması düşünülemez. Buna karşılık gelecek, kendine münhasır; fakat alemşumul umdeleri yeni bir bakış açısıyla millete kazandırması tabidir. Asriliğin (modernlik) müspetesiyle kendi kültüründen, inancından, tarihinden; velhâsılı bütün bunların bileşkesinden müteşekkil kutsî kıymetleri; suiistimale mahal bırakmayacak şekilde milletin bünyesine meczetmesini bilir. Ancak, maalesef bu noktada, belki de iyi niyetli çalışmaların mahsulü olarak; Sahih Geleneği’n asliyetinden tavizler verdirerek veya vererek bilmediği deryalara dalan bazı fikir sahipleri olmuştur ve hâlâ da olmakta; görünen o ki olmaya da devam edecek. Bundan sonraki tefekkür deryasında bunlara temas edeceğiz.