Kuşkusuz Allah, insanı boş yere yaratmadığı gibi, onu başıboş da bırakmamıştır. Onu ibadetle yükümlü kılmış, hayatı ve ölümü ile imtihana tabi tutmuştur. İnsanın bu imtihanında başarılı olabilmesi, yaratılış gayesi olan kulluk görevini yapabilmesi, ilâhî azaptan kurtulup cennet nimetlerine nail olabilmesi; “iman” edip “Salih ameller” işleyebilmesine; “inkâr”, “isyan” ve “kötü işlerden” sakınabilmesine bağlıdır. Kur’an’da ısrarla iman edip iyi işler yapılması, inkâr, isyan ve kötü işlerden sakınılması emredilmekte, iman eden ve iyi işler yapan kimselere mükâfat, inkâr edip isyan eden ve kötü işler yapanlara ise ceza olduğu bildirilmektedir.
Her insanın dünya veya âhirete yönelik beklentileri vardır; bu beklentilerine kavuşabilmesi dilek ve temennilerle değil, kişinin bu uğurda çalışıp çabalaması, sebeplere yapışıp üzerine düşenleri yapmasına bağlıdır. Çünkü hiçbir nimete çalışmadan sahip olmak mümkün değildir. Öte yandan, inkâr ve isyan eden, kötü iş yapan, suç ve günah fiilleri işleyen kimsenin yaptıkları yanına kâr kalmaz; bu kimse dünya veya âhirette cezasını görür.
**
“(Ey müminler! Allah’ın mükâfatı) ne sizin kuruntunuza ne de kitap ehlinin kuruntusuna göredir. Kim kötü bir iş yaparsa onunla cezalandırılır ve Allah’tan başka kendisini o azaptan kurtaracak dost da yardımcı da bulamaz.” (Nisa Suresi 123. Ayet)
“Erkek veya kadın kim mümin olarak iyi işlerden yaparsa, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğramazlar.” (Nisa Suresi 124. Ayet)
Ayetler; iyi ve güzel şeylerin, Allah’ın sevap ve rızasının, cennet ve nimetlerinin söz ve kuruntu, dilek ve temenni ile değil, iman edip erdemli ve yararlı işler yapmakla elde edilebileceğini; buna mukabil Allah’a ortak koşarak veya ayetlerini yalanlayarak veya münafıklık yaparak inkâra saplanan, Allah ve Peygamberi (SAV)’in razı olmadığı, yasak ve haram kıldığı kötü işleri yapan kimselerin bu kötü işleri sebebiyle cezalandırılacağını; âhirette kâfirleri ilâhî cezaya karşı savunacak, onlara yardım edecek ve dost olacak hiç kimsenin bulunmayacağını müminlerin ise zerre kadar haksızlığa uğratılmayacaklarını, iyi amellerinin karşılığını eksiksiz olarak alacaklarını ifade etmekte; böylece insanları inkâr ve isyandan sakındırıp iman ve Salih amellere teşvik etmektedir.
**
Maddî veya manevî hiçbir nimeti çalışıp çabalamadan, sadece dilek, temenni ve kuruntularla elde etmek mümkün değildir. Dünyada Allah, mümin olsun kâfir olsun, itaatkâr olsun isyankâr olsun hiç kimsenin emeğini zayi etmez, çalışmasının karşılığını verir. Bu sebeple dünya nimetlerinden yararlanmak isteyen çalışmak, sebeplere yapışmak, iyi işler yapmak ve üretmek zorundadır. Bilim, teknik, ekonomi, yönetim, eğitim, sağlık, güvenlik ve benzeri her alanda ilerlemek, güven ve huzura ermek düzenli ve kurallara uygun çalışmaya bağlıdır; aksi davranış, nimetlerden mahrum olmak demektir.
Dünya nimetlerinde olduğu gibi âhiret nimetlerini elde etmek için de bilinçli davranmak, iman edip iyi işler yapmak zorunluluğu vardır. Hasan Basri’nin dediği gibi iman, sadece dilek ve temennilerle değil, kalpte karar kıldığı ve güzel amellerle dışa yansıdığı zaman değer kazanır. İnsanı Allah’a yaklaştıracak olan da iman ve erdemli işlerdir.
İman edip iyi işler yapanlar dünya ve âhirette ilâhî mükâfata nail oldukları gibi, inkâr edip isyan eden ve kötü işler yapanlar da dünya veya âhirette cezalandırılırlar. Herkes amelinin karşılığını görür, kimseye zulmedilmez; iyi veya kötü herkes âhirette yaptığını hazır bulur. Dünyadan imansız olarak gidenler, âhirette kendilerini ilâhî azaptan kurtaracak ne bir dost, ne de bir yardımcı bulabilirler.
**
Yazımıza hikmet ehli zatların buyruklarıyla noktalayalım.
- Kötü arkadaş, engerek yılanından daha kötü, daha zararlıdır. Yılan insanı sokar, candan eder; kötü arkadaş, dinden imandan eder. Bir sepet üzümde bir tane çürük olsa, hepsini bozar. O kadar sağlam üzüm, o bir tane çürüğü düzeltemez. Herkes, kötülük deposu olan bir nefs taşır. Bu nefs, insanın müsait bir anını yakalayınca derhal saldırır, mahveder. İnsan yıllarca uğraşır, çok şeyler kazanır, ama bir gaflet hepsini siler, götürür. Muhteşem bir binayı, mesela Selimiye Camisi’ni yapmak çok zordur, büyük bir mimar ve uzun zaman gerekir, fakat yıkmak kolaydır, birkaç işçi kısa zamanda yıkar. Bunun gibi, nefs kâfir olduğu ve herkes de nefs taşıdığı için, iyiliklerin yok olması, kötülüklerin yayılması çok kolaydır, ahlak ve faziletin yayılması ise çok zordur.
- Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretleri buyuruyor ki: Bulaşıcı hastalık olan cüzzama yakalanmış bir hastayla, bir sağlam insan, aynı odada kalsalar, aynı kaptan yeseler, yedi sene beraber bulunsalar, bu cüzzam hastasının, hastalığının sağlam olan insana bulaşmama ihtimali vardır. Ama bir binada, ayrı odalarda, ayrı katlarda da olsa, bir kötünün, iyi bir insana zararının dokunmama ihtimali yoktur.
- Yine aynı zat, oğlunu sanat öğrensin diye bir terziye verir. Her sabah evden çıkarken ona, içinde çay olan termosla bardak ve şeker verir. Bir yakını bunun sebebini sorunca, buyurur ki:
(O, çayı çok sever, yolda çay isteyip bir kahveye girebilir. Orada bir kötüyle karşılaşabilir, o kötü bunu bozabilir. Kahveye gitmesin diye, çayı yanında hazır bulunduruyorum.)
Demek ki, her fırsatta iyilerle beraber olmaya, kötülerden uzak durmaya çalışmalıdır.