Atı ile gezintiye çıkan bir adam, ileri de bir ağaç gölgesine uzanmış ve uykuya dalmış bir kişinin boğazından içeri girmeye çalışan kara bir yılan olduğunu görür. Gidip adamcağızı uyarabilmek, için hızlansa da yetişemez, yılan, adamın ağzından içeri girmiştir çoktan. Başlar elinde ki kamçı ile adama vurmaya. Kamçı darbeleri ile uyanan adamcağız, “Neler oluyor”, “dur”, “yapma etme” dese de nafile. Kamçı darbelerinden kaçıp kurtulmak için başlar koşmaya. Koştukça atlının takibi devam eder. Bir süre sonra koşmaktan yorulan adam, mide bulantısı nedeniyle yere kapandığında, istifra ederken kara bir yılanın boğazından çıkıp uzaklaşmasına şahit olur. Az evvel, zalimliğinden, kötülüğünden, zulmünden dolayı beddua ettiği atlıya, bu sefer, dingin bir bakış, minnet barındıran bir tebessümle teşekkür eder. Belki biraz canı yanmış, acı çekmiştir ama, büyük bir tehlikeden kurtulmuştur.
ZAHİR BATIN
Mevlana’nın mesnevisinde bol bol yer tutan hikayelerin şerhi önemlidir. Kaldı ki; hikayelerde zahirde değinilen her nesne, aslında batında bir başka simge ile yorumlanır. Hikâyede ki atlı kişi, aslında Hak dostu, Bilge bir zatı temsil eder. Elinde ki kamçısı ise, bu bilge zatın “arifane sözlerini”, nasihatlerinin temsilcisidir. Hikâyede ki karayılan ise burada “NEFSİ” temsil etmektedir. Kâmil İnsanların sözlerine kulak ver, Bilgelerin arifane nasihatleri boşa değildir. Bunlar bilgidir, tecrübedir, tarihtir. Tıpkı o kamçı darbelerinin yılanı uzaklaştırdığı gibi, nefsi terbiye eder.
Âdemoğlu, bu yükten kurtulabilmelidir aslında. Kendisine zarar verecek, türlü kötülüklere gark edecek, dinginleşmesine, enginleşmesine, iç yolculuğuna, Hak yolunda ilerlemesine engel olacak bu kara yılanı atabilmelidir içinden, Farkına varabilmeli ve savaşını verebilmelidir nefsi ile. Nefsin farkına varan ve bundan arınan ham ervah, kâmil insan olma yolunda mesafeler kat eder. Hasılı kelam; Misafir bulunduğu bu diyarı gurbette; vicdanı, adaleti, merhameti ile haktan şaşmamalı, fitne, fesat, kibir, ve kötülükten uzak durmalıdır insan. “Ahlaklı ve erdemli bir yaşam” değil mi zaten şu üç günlük dünyadaki asıl gaye. Gerek var mı maddi hırslara, sonu gelmeyen doyumsuzluklara, sahip oldukça bir fazlasını talep eden egoya?
Hani diyor ya Pir SULTAN ABDAL;
“Bir gün alırlar götürürler evinden
Hakkın kelamını koyma dilinden
Kurtulamazsın ki Azrail’in elinden
Bütün dünya senin olsa ne fayda…”
Sevgi ve Muhabbetle…