Çocuklar, çocuklar, çocuklar… Hepimiz iyi çocuk yetiştirmenin peşine düşmüş durumdayız . Kimimiz kulaktan dolma bilgilerle, kimimiz - ne yazık ki sayısal olarak az olsa da okuyarak, öğrenerek bunun üstesinden gelmeye çalışıyor.
Birey olmak zor, bireyi oldurmak daha zor ama en zoru ne diye sorarsanız işte o bireyselliği kabul etme aşaması. Ne demek istiyorum hemen basitçe özetleyeyim; evlatlarımızın resmi olarak karşılaştığı ilk sorumluluk ödev kavramıdır. Elbette hayat standartlarına göre çok farklılaşan bir gerçeklik, neyse konuyu dağıtmayalım onu daha sonra konuşuruz.
Evet, öyle veliler görüyorum, öyle şeylere şahit oluyorum ki gerçekten trajikomik. Velilerimiz öyle cephelerde savaş halindeler ki kimsenin çocukları görecek hali falan kalmamış. Yeni yazmaya başlayan evladımızın yazısı güzel olsun diye kendini feda eden anneler, herhangi bir etkinlik planlanmasında harp alanına dönen sınıf grupları, gıybet kümeleri, kaos, entrika… Of düşünürken yoruldum. Durun durun dağıttık konuyu biraz. Ne diyorduk; ödev. Bizim ufaklıklar bazen istemiyorlar ödevmiş neymiş. Ee tabi evde ağlamalar, feryatlar, kavga, kıyamet. Baş edemiyor bizim ufaklıkla. Benim fedakar, cefakar annem de ne yapsın; sıvıyor kolları geçiyor ilkokul sıralarına tekrardan. Bir, iki ee alışıyor bizimkisi. Bir bakmışız bizim cefakar annemiz mezun oluvermiş aslında çünkü karne günündeki yüz ifadesinin sebebi ancak bu olabilir.
Evet gelelim şimdi işin aslına sabahtan beri anlattım da anlattım. Peki neden böyle oldu bu çocuk? Hele bir de iki tane dertli anne bir araya geldi mi sayısız kez sorulur bu soru. Hanım hanım tamam onlar senin yavruların da, kendi yarattıklarınızdan şikayet etmek de biraz ironik bence.