Feminizm toplumda algılandığı gibi erkek düşmanlığı veya kadın üstünlüğü olarak tanımlanmıyor. Etrafımızda feminizm sözcüğüne karşı bir şüpheyle bir yaklaşım var. Bu biraz feminizmin ne olduğunu bilmemekten kaynaklanıyor. Pek çok kişi, feminizmin kadınlara yapılan pozitif ayrımcılıktan ibaret olduğunu sanıyor. Şimdi gelin bu yanılgıyı düzeltelim.
Feminizm, 1850’li yıllarda İngiltere de seçimlerde kadınların oy hakkının bulunmaması, seçme ve seçilme hakkına sahip olmaması, eğitim alanında erkeklerle eşit haklara sahip olmaması, legal evlilikler gerçekleştirme haklarının olmaması üzerine Mary Wollstonecraft (İlk Feminist Kadın) tarafından kadın ve erkeğin eşit haklara sahip olması ve eşit muamele görmeleri gerektiği ilkesiyle ortaya çıkmış, birçok farklı alt bakış acısı olan (liberal feminizm, marxist feminizm gibi..) bir eşitlikçi kadın hareketidir.
Çeşitli toplumlarda feminizmin yanlış anlaşılıyor olması aslında tesadüf değil. Pek çok kişi feministleri saldırgan, agresif ve erkek düşmanı kadınlar olarak nitelendiriyor. Bunun en önemli sebebi ise iktidarların tarih boyunca feminizme karşı böyle bir savunma geliştirmiş olması. Erkek egemenliği toplumlarda çok uzun zamandır meşrudur ve bu egemenliğin kaybı pek çok iktidarı tedirgin eder. Feminist mücadelenin yanlış tanıtılmasının en önemli sebebi de budur.
Bununla birlikte feminizm "tuzu kuru" olarak nitelendirilen kentli kadınların mücadelesi değildir. Irk, köken, inanç fark etmeksizin toplumlarda kadınların ortak bir ezilmişliği bulunuyor. TÜİK araştırmalarına göre çalışan ve "eli ekmek tutan" kadınların yüzde 44'ü hayatı boyunca en az bir kere kocasından şiddet görmüş. Beyaz yakalı, eğitimli, eğitimsiz, kırsalda yaşayan, kentte yaşayan fark etmeksizin her kadının savunması gereken bir kavramdır feminizm. Oysa aslında tüm kadınlar emekçidir ve ortak ezilmişliğe karşı erkeklerle birlikte mücadele etmelidir.
Feministler marjinal kadınlar olarak yansıtılmaya çalışılsa da aslında bugün kadınların eşit haklara sahip olması gerektiğini savunan çok sayıda erkek de var. Bu kişiler hep birlikte mahkemelerde, adalet saraylarında, iş yerlerinde, okullarda ya da fabrikalarda kadınların maruz kaldığı eşitsizliklere ve tacizlere karşı direniyorlar. Feminist mücadele çoğaldıkça, feministlerin marjinal bir grup olduğu inancının da azalarak yok olmasını umuyoruz.
Feminizm, erkek düşmanlığı değildir. Feminizmin karşı çıktığı nokta, ataerkil düşünce yapısıdır. Ataerkil iktidar kalıpları ve toplumsal yaşam normları kadınların toplumda baskıcı bir rejime maruz kalmalarına neden olur. Güçlü olanın haklı olduğu bir düzen aslında kadınlar kadar erkekler tarafından da eleştirilmelidir. Bu eleştiri öfke anlamına gelmez. Bu eleştiri sadece kadınlar için bir adalet arayışıdır.
Dünyada başarması en zor şey bir insanın nasıl düşündüğünü değiştirmek olsa da, adım adım cinsiyet eşitliği hakkında bir farkındalık yaratmak mümkün. Gelin önce birbirimizi kadın ve erkek rollerine uymadığımız için yargılamayı bırakalım. Erkek de ağlar mıymış, kadın da güçlü olur muymuş demeyelim. Ve sonra gelin feminizmin herkes için savunduğu şeyi kucaklayalım.