Tarihin başından beri her millet için ulusal egemenlik ve bağımsızlık hayati bir öneme sahip olmuştur. Türk milleti de bu iki unsuru kutsal sayıp hiçbir zaman esareti kabul etmemiştir. Böyle bir karakterin en değerli meyvesidir cumhuriyet.
1918’in Ekim ayında Türk topraklarında güneşin doğmasını engelleyecek bir anlaşmaya imza atıldı. Adı Mondros olan bu anlaşma Türk milletine edilen en büyük hakaretti ve düşmanın amacı bu anlaşmaya göre topraklarımızı parçalamaktı. Bu niyete izin vermeyecek yüce Türk milleti, karakteri bağımsızlıktan oluşan evladı Mustafa Kemal’i 16 Mayıs 1919’da Samsun’a gönderdi.
*Bağımsızlıktan başka her şeyi yakacak olan ateşin kıvılcımı böylece patlamıştı. Bu topraklardan hiçbir zaman vazgeçmeyen millet Mustafa Kemal Paşa önderliğinde önce ayağa kalktı sonra 9 Eylül 1922’de vatanı olan Anadolu’yu tüm kirli ellerden kurtardı. Mustafa Kemal Paşa’nın da dediği gibi asıl savaş şimdi başlıyordu. Düşmandan kurtarılan milletin cehaletten ve karanlıktan da kurtarılması gerekiyordu. Bu amaca destek olacak en güzel güneş eğitimdi. Vatanı ilgilendiren her konu sadece yönetimi değil tüm halkı da ilgilendiriyordu. Bu millet kendi geleceğine artık kendisi karar vermeliydi. İnsan, kendisinde neyin eksik olduğunu o eksik tamamlanmadan bilemez.
*Milletin böylesine büyük eksiğini görenler Mustafa Kemal ve arkadaşlarıydı, o eksiğin de ancak cumhuriyetle tamamlanabileceğine inanıyorlardı. 28 Ekim gecesinde tüm karanlıkları aydınlatacak cumhuriyet kararı alındı. 29 Ekim, düşman işgalinden sonra alınmış ilk hür nefesti. Artık kadın erkek yoktu, insan vardı. Bilginin ışığı kulaktan kulağa değil kitaptan kitaba yayılıyordu. Kaderine boyun eğme değil geleceğini seçme zamanıydı. Ülke şimdi kendi evlatlarına emanetti.
Üretimin, gelişimin, refahın ve demokrasinin en sağlam gemisiydi cumhuriyet. Bu geminin tek sahibi ve kaptanı yüce Türk milletidir.