24 Haziran 2018 'Seçim Savaşları'na Doğru
Halit Tükenmez
Geçtiğimiz ay çok sevgili Devlet Büyüklerimizden biri İstanbul'da bir toplantıda "Seçim Savaşına hazırlanıyoruz" demişti.
Şimdi benim bildiğim savaş düşman unsurlarla yapılır. Demokratik ülkelerde siyasi partiler eşit şartlar altında propagandalarını yaparlar, toplumun yaşam seviyesini yükseltecek konularda halka vaatlerde bulunurlar. Ve seçmenin tercihine göre parlamento şekillenir. Parlamentoda en çok vekil çıkaran siyasi parti genel başkanına da tarafsız Cumhurbaşkanı tarafından hükümeti oluşturma görevi verilir. Hükümet başkanı yani Başbakan hükümeti kurduktan sonra ülkede yaşayan, kendisine oy veren yada vermeyen herkesin Başbakanı olur. İcranın başı parlamenter sistemde Başbakandır. Cumhurbaşkanı ise hükümetin çıkarmış olduğu kanunları vatan, millet ve ülke çıkarları ve selameti doğrultusunda değerlendirir, faydalı görürse onaylar, faydalı görmezse tekrar görüşülmesi için meclise geri gönderir.
Şimdi Sevgili Devlet Büyüklerimizin seçimi "Savaş" olarak nitelendirmesi,siyasi rakiplerini "Düşman" olarak gördüğünü gösteriyor. Şimdi sormak gerekiyor, farklı düşünceye sahip bu insanlar nerdeyse toplumun yarısı. Bu insanlar Türkiye'ye bir başka ülkeden mi geldi. Hepimiz "Çanakkale'de Kurtuluş Savaşı'nda" Gazi Mustafa Kemal önderliğinde savaş kazanılarak kurulan bu kutsal vatan topraklarına ait değil miyiz? "Seçim Savaşı" tabirini oldukça yadırgadığımı belirtmeden geçemeyeceğim.
Merak ettiğim ikinci husus yıllardır ekilen kin ve nefret tohumlarının kimlere hizmet etmesi planlanıyor. Bakıyorum toplumumuz oldukça gergin durumda. Sanki tüm siyasiler birbirine patlamaya hazır bir bomba gibi. Yaşı 50'nin üzerinde olan arkadaşlarım 12 Eylül 1980 İhtilali öncesini iyi hatırlarlar. O dönemde ülkede huzur tamamen kaybedilmişti. Her gün onlarca Türk Genci toprağa düşüyordu. O günkü Gladyo yapılanması her iki cephedeki beyin takımının birbiri ile görüşüp anlaşmasını engellemişti. Ülkenin hemen her tarafında ülke sokak sokak mahalle mahalle parsellenmişti. Bu günlerde ekilen kin ve nefret tohumları ile Türkiye 12 Eylül 1980 öncesi anarşi günlerine geri götürülmek mi isteniyor. İnsanoğlu Dünya'da damarların içinde gezerek mikropları öldüren minik robotlar yaparken, elin oğlu uzayda tatil yapmanın planlamalarını yaparken birde bize yaşatılanlara bakın. Aziz Türk Milletine haksızlık yapılmıyor mu arkadaşlar. Oysa Yüce Allah Kutsal Kitabımız Kuran-ı Kerim'de "Kullarımın kusurlarını gizleyerek benim yanıma gelirsen, bende senin kusurlarını gizlerim" buyuruyor. Biz bırakın başkalarının kusurlarını gizlemeyi, herkesin özellikle siyasi rakiplerimizin kusurlarını araştırmayı, bırakın kusur araştırmayı,iftira atmayı siyasetin normal bir öznesi haline getirdik neredeyse.
Hayat dediğimiz bir nefes Arkadaşlar. Bu gün varız, yarın belki de Alemi Berzah'tayız. Oysa Yüce Dinimiz "Zorlaştırmayın,kolaylaştırın, nefret ettirmeyin, sevdirin" der. Ne olur Sevgili büyüklerimiz biraz daha hoşgörü sahibi olsalar. Yüce Allah'la pazarlığı olan mı var? Yoksa Dünyaya kazık çakacak olan mı var? Hepimiz 3 gün sonra bu Dünya'dan terki diyar edeceğiz. Ben öyle inanıyorum ki Allah korusun, yarın küçük bir kıvılcım bu Asil Milleti birbirine düşürürse biz birbirimizi kırarken İsrail, ABD başta olmak üzere tüm emperyalist ülkeler, ellerini avuçlayıp, halimize gülecekler. Yapılmak istenen bu mudur arkadaşlar.? Zaten yıllardır Emperyalizm nüfusumuzu 40 milyona düşürmenin planlarını yapıyor. Bizde hep birlikte onlara yardım edip birbirimizi mi kıralım. İslamın hoşgörüsünü taşımıyorsanız bana dinden bahsetmeyin derim. Zira bu ekilen kin ve nefret tohumlarının emperyalistlerden başkasına hizmet edeceğine inanmıyorum. Şahsen seçmenimizin iç barış ve huzura ihtiyacı olduğunu, 24 Haziran 2018 seçimlerini de halka huzur ve barış vaad eden adayların kazanacağını düşünüyorum.
Bu arada ülkemizde uygulanmak istenen "Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi"nin de bir anlamda başkanlık sistemi olduğunun farkındayım. Peşinden "Eyalet Sistemi"nin geleceğinin de farkındayım. Eyalet sistemi ülkemizde hayata geçirilirse Güneydoğu Anadolu Bölgesi'ndeki vilayetlerin eyalet yapılanması adı altında Birleşmiş Milletlere baş vurarak "Bağımsızlık Referandumu" yapmak istemeleri halinde,devlet olarak elimizden bir şey gelmeyeceğinin de farkındayım. Zira uluslar arası anlaşmalarda ulusların Self Determinasyon yani kendi kaderini tayin hakkı vardır. Dün Barzani'nin Kuzey Irak'ta yaptığının aynısı belki, 3'ü bir arada yani Kuzey Irak, Kuzey Suriye ve ülkemizin Güneydoğusu Birleşmiş Milletlerden benzer talepte bulunabilirler. ABD Fırat'ın doğusunda 60.000 kişilik silahlı orduyu neden örgütlüyor sanki. Önümüzdeki süreçte gündem büyük ihtimal İran olacak. ABD ilk adımı attı görüyorsunuz. İran'ı da halledebilirlerse 4'ü bir arada 1991 yılında Pentagon tarafından hazırlanan ve Kuveyt'te bir otel odasında gazetecilere tanıtılan meşum Kürdistan aslında (Büyük İsrail) Haritası hayata geçecek.
Ülkem siyasetinde söz sahibi olan değerli büyüklerime sesleniyorum lütfen daha fazla germeyin. Hatta cıvataları bir diş gevşetin ki, insanlar nefes alsınlar. Dünyanın en tehlikeli bölgesinde huzur içinde yaşayabilmenin tek yolu hepimizin birlik içinde olması gerektiğidir. Ancak sevgi ve hoş görü iklimi ile birlik ve bütünlüğü sağlayabiliriz diye düşünüyorum. Yoksa halkın yarısını ötekileştirerek ancak tarihi düşmanlarımızı kendimize güldürürüz.
Bizde bir söz vardır biliyorsunuz "Okumadan Alim,yazmadan Katip olunmaz" derler. Sizlere yanlış bilgi vermemek, Aziz Milletimize kötülük yapabilecek kavimleri doğru anlatabilmek için hasbelkader zaman zaman bazı kitapların sayfalarını karıştırdığımız oluyor. Bu vesileyle halen okumakta olduğum Prof.Dr. Cemal Amadol'un yazarı olduğu "İsrail ve Siyonizm kıskacında Türkiye" isimli kitabın 4'üncü baskısının 78'inci sayfası ilk paragrafta şu ifadeler yer alıyor; "13 Şubat 1878'de Sultan II. Abdülhamit tarafından tatil edilen ilk mecliste Türk unsuru haricindeki müslim ve gayrimüslim mebusların neler peşinde koştuklarını tahmin etmek zor değildir. Araplar Arabistan'ın, Ermeniler Ermenistan'ın, Arnavutlar'da Arnavutluk'un hayali içindeydiler.
1876 Türk-Rus Harbi neticesinde Grandük Nikola'yı Ayastefanos Karargahında karşılayanlar, bunların temsilcileri veya gizliden gizliye içinde bulundukları ihtilalci cemiyetlerin temsilcileriydi. Bu temsilcilerin Grandük Nikola'dan istedikleri Rusya'nın himayesinde olmak şartıyla bağımlı bir bağımsızlıktı.
Yahudilerin Filistin'e göç etmesini sağlamak için Abdülhamid'e pek çok kimse müracaatta bulunmuş, hatta bir ara Alman İmparatoru İkinci Wilhelm dahi bu işe karışmıştı. Thedor Herzl ise gayesi uğruna sık sık İstanbul'a gelip gitmiş, muhtelif kimselerle tanışmış, bunlardan bazılarını bol rüşvetle elde etmiş,fakat bütün gayretine rağmen başarılı olamamıştır.
Yahudiler sistemli çalışmalarını başarılı kılabilecek bir çok kuvvetlere sahip bulunuyorlardı. Para onlarda idi. Milletler arası ticaret münasebetlerinin en önemli isimleri kontrolleri altında idi. Avrupa basını ellerinde idi. Dünya kamuoyunda diledikleri anda, diledikleri fırtınayı koparabiliyorlardı. Dünya'da doğan yeni sebepler yüzünden beliren yeni yeni ittifak kombinezonları ve anlaşmalarla devletler arası münasebetlerin Avrupa dengesini kökünden sarsmak üzere olduğu bir devir başlıyordu. Sultan Abdülhamid'i yıllardan beri oynadığı dış politika alanında yaya bırakmak, bir çok bakımlardan artık mümkün sayılabilirdi.
Önce dünya basınını harekete geçirdiler, sonra Osmanlı topluluğunda Abdülhamid aleyhine mevcut bütün şartları birleştirme yoluna girdiler.O ana kadar tamamiyle başı bozuk bir hareket olan Meşrutiyetçilik birdenbire disiplinli bir saldırı halini almaya başladı. Kozmopolit hava içinde yetişmiş olan Abdülhamid düşmanlarını hedefe doğru yan yana yürütmek güç olmadı. Bu kozmopolitleri bir kozmopolit kurul pekala birleştirebilirdi. Osmanlı İmparatorluğu en yakın mason karargahı olan İtalyan Maşrık-ı Azamı,bu birleştirme ve kaynaştırma görevini üstlenmişti. Buna sonradan Selanik Locası da katıldı."
Kitabın tamamını buraya almak elbette mümkün değildi. Burada bitirmeden Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün şu veciz ifadesini aktarmadan geçemeyeceğim. Ulu Önder diyor ki; "Çalışmadan, yorulmadan, öğrenmeden, rahat yaşama yollarını aramayı alışkanlık haline getiren milletler, önce haysiyetlerini, sonra da istiklallerini kaybetmeye mahkumdurlar."
Söyler misiniz biz işin neresindeyiz?
Selam ve saygılarımla...
Yorumlar