Dokuz yıl oldu … Koca dokuz yıl… 25 Mart 2009’dan bu yana… Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun geçirdiği kazanın üzerindeki sis perdesi ise hâlâ kalkmadı… *** Genç Muhsin… Ama, ruhuna ilmek ilmek işlenmiş İslam’ın nuru ile… Gardiyanların ayak sesleri koğuşun kapısında son buldu, getirdikleri genç bir mahkûmu bıraktılar ve gittiler. Yeni gelen genç içeridekilere selam verdi ve kendisine gösterilen boş yere oturdu. Koğuştakiler ona hoş geldin, geçmiş olsun dediler. İçlerinden en yaşlı ve olgun olanı gencin yanına yaklaştı ve ona ilgi gösterdi, bir anlamda sahiplendi. Çünkü selam verişinden ve simasından bu gencin nasıl biri olduğunu hemen anlamıştı. Genç oldukça yorgun ve bitkin görünüyordu, epeyce bir müddet konuşmadı. Daha sonra yaşlı adamdan bir seccade istedi ve kıblenin ne taraf olduğunu sordu. Sonra kalktı ve yavaş yavaş ikindi namazını kıldı. Yaşlı adam gencin namazını bitirmesini bekliyordu, onunla enine boyuna tanışmak istiyordu. Fakat genç ikindi namazını bitirdiği halde daha namaz kılmaya devam ediyordu, sonunda bitirdi ve yerine geçip oturdu. Yaşlı adam biraz daha yanına yaklaştı. -Nedir o fazladan kıldığın namaz? Biliyorsun ikindi namazından sonra kılınan nafile bir namaz yoktur? Delikanlı bir müddet cevap vermedi, daha sonra sakin bir sesle: -Kaza namazı dedi. -Ne zaman kazaya bırakmıştın? Dedi yaşlı adam. -Gözaltındayken, dedi. Çok yavaş bir şekilde söyledi bunu, daha sonra da gözleri uzaklara dalıp gitti. Yaşlı adam onu konuşturarak ve bir şeyleri hatırlatarak üzmek istemiyordu. Fakat yine de kendine hâkim olamadı. -Ne kadar tuttular gözaltında? -Yirmi dokuz gün. -Allah Allah, yirmi dokuz gün öyle mi? -Evet, yirmi dokuz gün. O yirmi dokuz günlük namazımı kaza edeceğim. -Kılamamışsındır, kıldırmamışlardır herhalde? Delikanlı bir müddet sustu ve sonra yaşlı adama döndü: -Aslında namazlarımı kıldım, bir tek vaktimi bile kaçırmadım fakat… -Fakat ne? -Fakat namazın şartlarını yerine getiremedim, hep eksikti. Çoğu zaman abdest alamadım, teyemmüm ettim. -Olsun, teyemmümle olsun, kabul değil mi? -Fakat toprak bulamadım teyemmüm edecek, bazen beton duvara, bazen de demir kapıya ellerimi sürerek teyemmüm ettim, kabul olur mu? -Ne demek kabul olmaz, elbette olur. -Kıbleyi de bilmiyordum, rica ettim söylemediler. Hem bu arada namazın diğer rükünlerini de yerine getiremiyordum, askıdaydım, hem ellerim hem ayaklarım bağlıydı, çoğu zaman zorla rükuya gidebiliyordum, hele hiç secde yapamıyordum. -Olsun, olsun yine de kabuldür senin kıldığın bu namaz, dedi yaşlı adam. Fakat ses tonu gittikçe değişiyor, ağlamaklı bir hal alıyordu. -Sen öyle hep kabul kabul diyorsun ama… dedi ve bir müddet sustu genç adam. Daha sonra değişik bir ses tonuyla devam etti. -Biliyor musun, gözaltında bulunduğum o yirmi dokuz günün on beş günü anadan üryandım, çırılçıplaktım, soymuşlardı beni. Yalvarıyordum onlara, ne olur Allah için bir tek külotumu bana verin, hiç olmazsa namaz kılacağım vakit verin diyordum, fakat vermiyorlardı. İşte o şekilde kıldım namazlarımı. Mümkün olduğu kadar toparlanıp avret yerlerimi örtmeye çalışıyordum. Fakat bazen onu da yapamıyordum, bu şekilde namaz kılıyordum… Ortalığı epeyce bir müddet sessizlik kaplamıştı, delikanlı yaşlı adamdan cevap bekliyordu, bu namazları kaza etmesi gerekmiyor muydu? Yaşlı adam kafasını kaldırdığında gözyaşlarının baştan sona yüzünü ıslattığını gördü, ağlıyordu, ağlıyordu. Sonra birden doğruldu ve delikanlının yakasından kuvvetlice tuttu ve oturdukları ranzadan yukarı kendine çekti. Gencin omuzlarını silkelemeye başladı… İhtiyar gözyaşları içinde kendini kaybetmişti, içinden hüngür hüngür ağlamak geliyordu. Koğuş olanlara bir anlam veremeden ihtiyarın sesine dönmüş onları izliyordu. Artık ihtiyarı durdurmak mümkün değildi. Gencin omuzlarını sallayarak silkeleyerek bağırmaya başladı. -Bana bak delikanlı! Anlıyor musun, o namazları asla kaza etmeyeceksin. O namazları alıp Allah’ın huzuruna varacaksın. “ Allah’ım, sana bunları getirdim.” diyeceksin. Biliyor musun, belki hayatında kıldığın en önemli namazlar, senin bu namazların olacak. Yaşlı adam sanki içindekileri dökmüş gibi biraz sakinleşti, İçinden bu kalbi iman dolu gence sarılmak istiyordu, ona sarılıp doyasıya yanaklarından öpmek istiyordu, bu zamanda böylesine iman dolu temiz yüzlü bir gençle karşılaşmak asla aklından geçirmiyordu. Öyle ya ortam bozuk, dünyanın çivisi çıkmıştı. İhtiyarın omuzları düşmüştü sanki kafası yerde gözleri bir noktaya bakıyordu. Hafifçe kafasını gence kaldırdı, genç gözlerini koğuşun karşı duvarına dikmiş başından geçenleri düşünüyordu sanki. Koğuştaki sessizliği ihtiyarın boğuk sesi bozdu. Karşısında mazlum sakin kaderine razı olmuşcasına duran gence sordu, -Adın ne senin…? Nerelisin..? Ne iş yaparsın..? Suçun neydi? Delikanlı gözünü diktiği karşı duvarda sanki çizilen kaderini seyreder gibi baktığı karşı duvardan gözlerini ayırmadan bitkin bir ses tonu ile cevap verdi... -Adım Muhsin Yazıcıoğlu, Sivaslıyım… Suçum… (...) *** “Üşüyorum” diyordu Yusufiyeli Genç; yıllar sonra… Sanki,”mapushanedeki” işkenceye telmih..! Ama, Devletine de küsmeden… Sırt çevirmeden… İhanet etmeden… Serzeniş… ‘Ötelere” kulaç atarak… *** Bir coşku var içimde bugün kıpır kıpır Uzak çok uzak bir yerleri özlüyorum Gözlerim parke parke taş duvarlarda Açılıyor hayal pencerelerim Hafif bir rüzgar gibi, süzülüyorum Kekik kokulu koyaklardan aşarak Güvercinler ülkesinde dolaşıyor Bir çeşme başı arıyorum Yarpuzlar arasında kendimi bırakıp Mis gibi nane kokuları arasında Ruhumu dinlemek istiyorum Zikre dalmış her şey Güne gülümserken papatyalar Dualar gibi yükselir ümitlerim Güneşle kol kola kırlarda koşarak Siz peygamber çiçekleri toplarken Ben çeşme başında uzanmak istiyorum Huzur dolu içimde Ben sonsuzluğu düşünüyorum Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum Durun kapanmayın pencerelerim Güneşimi kapatmayın Beton çok soğuk, üşüyorum.. *** Allah’tan (C.C.) rahmet diliyorum. Ruhu şâd olsun.