Çevre sorunsalının kökleri sanayi kapitalizmininin miladı olan sanayi devrimine dayanmaktadır. Sanayi devriminden günümüze dek “endüstri ilişkileri” ve “çevre” sürekli olarak birbirini etkilemiş ve birbirleri üzerinde sonuçlar doğurmuştur. Son yıllarda tüm dünyada endüstri ilişkilerinin merkezileşmesi, hızlı kentleşme, artan işsizlik, işgücünün güvencesizleşmesi, genişleyen hizmet sektörü, artan uluslararası ticaret, ilerleyen teknoloji gibi gelişmeler endüstri ilişkileri ve çevre etkileşiminin giderek daha ciddi ve kapsamlı sonuçlar yaratmasına neden olmuştur. Bir yandan endüstri ilişkileri ve çevre arasındaki giderek artan etkileşim, diğer yandan ekolojik yıkım ile yıkımın sosyal, ekonomik, siyasi neden ve sonuçları, endüstri ilişkileri sisteminde bir çevresel genişlemeye yol açmaktadır. Çevre sorunsalının endüstri ilişkileri sistemine eklemlenmesi ve sendikal mücadelenin odaklandığı bir konu haline gelmesi gereksiniminin ardında pek çok neden bulunmaktadır. Bunlar arasında üretim ve tüketim süreçlerinin yarattığı büyük ekolojik sorunlar; işçi sağlığı ve iş güvenliği sorunları ile çevre sorunları arasındaki yakın ilişki; çevre sorunları ve çevre politikalarının istihdam üzerindeki doğrudan ve dolaylı etkileri; uluslararası rekabet, uluslararası ticaret ve uluslararası çevre sözleşmelerinin yatırım, üretim ve istihdam üzerindeki etkileri sayılabilir. Diğer yandan ekolojik sorunların siyasal, sınıfsal, toplumsal ve ekonomik sorunların nedenleri ve sonuçları arasında yer alması, çözüm yolunda endüstri ilişkileri ile çevre arasındaki bağlantının kurulmasını zorunlu kılmaktadır.
Yaşadığımız ekolojik sorunların önemli bölümünün sorumlusu mevcut sanayi üretimidir. Çarpık kentleşme, hava, su ve toprak kirliliği, gürültü kirliliği, artan enerji ihtiyacı ve doğal kaynakların hızlı tüketimi, biyolojik çeşitliliğin yok olması ve küresel ısınma gibi pek çok güncel ekolojik sorunun kaynağında endüstriyel üretim bulunmaktadır. İmalat sanayindeki altı sektör (gıda, metalürji, çimento, ampul ve kağıt, petrokimya, kimya sanayii) kirlenmenin 2/3’ünden sorumludur.
Sanayi tesislerinde solunması, deri ile temas etmesi durumunda ciddi şekilde insan sağlığına zarar verebilecek, endüstriyel kaza anında yüksek konsantrasyonlara çıkarak ölümlere ve yaralanmalara neden olabilecek zehirli, toksik, parlayıcı ve patlayıcı birçok kimyasal madde üretilmekte ve depolanmaktadır. Örneğin Manisa, Denizli, Uşak ve Aydın illerinde kurulu sanayi kuruluşlarının Gediz ve Büyük Menderes Nehirlerine arıtma işlemine tabi tutmadan bıraktıkları atıklar nehir ekosistemini, çevre halkın ve bölgede yetişen tarım ürünlerini tüketenlerin sağlığını tehdit etmektedir.
Günümüzde, “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği” anlayışı, yalnızca işin yürütülmesi sırasındaki sağlığa zarar verecek tehlikelerden korunmak amacıyla yürütülen çalışmaları kapsamamakta aynı zamanda üretim sürecinde yer alan kişilerin yaşam boyu sağlık ve güvenliğini amaçlamaktadır.
Sağlık, DSÖ’ne göre, “yalnız hastalık ve sakatlıkların yokluğu olmayıp, bedenen, ruhen ve sosyal bakımdan tam bir iyilik hali”dir. Böyle bir sağlık anlayışı, insanın çevresi ile birlikte bir bütün olarak değerlendirilmesi gereğinin ve buna bağlı olarak sağlığı etkileyen ekonomik, sosyal ve çevresel faktörlerin bütününe yönelik politikalar oluşturulması ve uygulanmasının ipuçlarını vermektedir.
Bu bakış açısıyla işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını birbirinden ayrı ele almak mümkün değildir. İşçi, çalışma ortamında çeşitli risklere, iş kazalarına, meslek hastalıklarına maruz kalabilmektedir. Çalışma çevresinde karşı karşıya kaldığı bu çevre kirletici ve insan sağlığını bozucu faktörlerle, yaşam ortamında ikinci defa karşı karşıya gelmektedir. İşyeri çevresinde veya kentlerin altyapı sorunları olan, etkin belediye hizmetlerinden yoksun ve elverişsiz yaşam koşullarına sahip bölgelerinde oturan işçiler, endüstriyel ve evsel atıklarla hava kirliliğinin yarattığı risklere çok daha açık konumdadırlar. Üretim süreçleri, işçilerin sağlık ve güvenliklerini olumsuz yönde etkilerken, o işyerinin çevresinde yaşayan insanların sağlıkları ve güvenlikleri üzerinde de aynı olumsuz sonuçları doğurmaktadır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği ile çevre arasındaki sıkı ilişki son yıllarda “İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği”nin literatürdeki yerini yavaş yavaş “Sağlık, Güvenlik ve Çevre” kavramının almasına yol açmaktadır. “Sağlık, Güvenlik ve Çevre” deyimi ulusal ve uluslararası sendikal örgütlenmelerin önemli bir bölümü tarafından kullanılmaktadır. Bu değişiklik yalnızca bir isim değişikliğinin ötesine geçerek “işyeri çevresi ile yaşam çevresini” birlikte değerlendiren bir bakış açısına da karşılık gelmektedir. İşyerlerinin kuruluşu ve üretimi sürecinde çevre göz ardı edildiği gibi çevre politikaları geliştirilirken de istihdam boyutu çoğu zaman göz ardı edilmektedir. Bazı durumlarda işçiler “doğayı korumak” ve “işlerini korumak” arasında bir seçim yapmak zorunda kalabilmektedir.
Alt gelir grupları çevresel bozulmanın etkilerinden olumsuz sağlık sonuçları ve hayat kalitesi açılarından oransız biçimde etkilenmektedir. Ayrıca tehlikeli ve olumsuz çevresel etkileri olan tesisler alt gelir gruplarının yaşadıkları yerlerde veya onların yakınlarında kurulabilmektedir. İşçi sınıfının maruz kaldığı zararlı çevresel etkilerin bu oransız paylaşımına ek olarak, doğal çevreyi korumak amacıyla geliştirilen projeler de işçi sınıfının sırtına büyük bir ekonomik yük yüklemektedir. Çoğu durumda beyaz yakalı orta sınıf çalışanlar çevre politikalarının doğrudan yansımalarından korunurken, geleneksel olarak yüksek düzeyde sendikalaşmış mavi yakalı işgücü, çevre politikası işin kârlılığını tehdit ettiği takdirde, işsizlik ve ekonomik belirsizlikle yüz yüze gelmektedir.
Çevreye önlenemez zararlar verdiği durumlarda işletmenin tümüyle kapatılması gündeme gelebilmektedir. İşveren çevre koruma maliyetlerini üstlenmek istemediği için; işçi, işverenin maliyeti düşürmek amacıyla işten çıkarma yoluna başvurabileceğinden korktuğu için; işçi ve işveren işyerinin kapatılmasına karşı koyduğu için “çevreye karşı iş” çelişkisi gündeme gelebilmektedir. Tarımsal sektördeki küçülme ve büyük kentlerde imalat, inşaat ve hizmet sektörlerinin daha çok istihdam imkânı sunması sonucu kırdan kente doğru gerçekleşen göç, kentleşme ve çevre sorunlarını beraberinde getirmektedir. Köyden kente göç eden işgücü kentte nitelikli bir iş bulamamakta, yeterli gelir elde edememekte, kentlerin altyapıdan ve her tür sosyal hizmetten yoksun bölgelerinde kendisine bir yaşam alanı yaratmaktadır. Başta işçinin ve ailesinin sağlığına zarar veren bu koşullar aynı zamanda kent dokusunu ve çevreyi de tehdit etmektedir.
Sektörün kirletici ve sağlığa zararlı kimyasal ve toksik maddeler yayan bir takım faaliyetler içermesi, işçilerin yaşamlarını tehlikeye attığı gibi kent çevresi üzerinde de olumsuz etkiler yaratmaktadır. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde beşini oluşturmalarına karşın atmosfere salınan sera gazının neredeyse yarısından sorumlu olan gelişmiş ülkeler giderek kendi ülkelerinde yüksek çevre standartları uygulamaya, kirletici teknolojilerden temiz teknolojilere, ağır sanayiden hafif sanayiye geçmeye başlamışlardır. Kirletici teknolojilerini ve ağır sanayilerini gelişmekte olan ülkelere taşıyarak bir yandan maliyetlerini düşürürken, bir yandan kendi çevrelerini de koruma şansına sahip olmaktadırlar. Gelişmekte olan ülkeler ise çoğunlukla yabancı sermayeyi yatırım ve istihdam yaratacağı ümidiyle coşku içinde karşılamaktadır. Oysa yabancı sermaye girişi gelişmekte olan ülkeler için ekolojik tahrip ve emek sömürüsü gibi sorunları da beraberinde getirmektedir.
Sendikalar, endüstri ilişkilerinin tarafı ve işçilerin temsilcileri olarak, toplumsal baskı grupları olarak ve tarihsel dönüştürücü misyonları gereği ekolojik sorunlara karşı çözüm üretmekle ve mücadele etmekle sorumludurlar.
Sendikaların ekolojik sorunları gündemlerine alarak çözüm yolunda politikalar üretmeleri gerekliliğinin arkasında yatan nedenler; sendikaların endüstri ilişkilerinin tarafı olması, işçilerin çalışma yaşamları ile çalışma dışı yaşamlarının bir bütün olması, sendikal harekette yapısal değişim gerekliliği, uluslararası sendikal hareketler ve çevre politikaları, uluslararası sendikal hareket ve çevre hareketi ilişkileridir. İşçilerin iş sağlığı, güvenliği ve çevreyi koruma kapasiteleri, sendikaların örgütlenebilmelerine ve işyerindeki karar süreçlerine önemli oranda
katılabilmelerine bağlıdır. Emeğinin karşılığı olan ücretinden başka bir geliri olmayan işçilerin çevresel nedenlerle işyerlerinin kapatılması sonucu işlerinden ve dolayısıyla gelirlerinden yoksun kalması ihtimali, sendikaların “çevre hareketine” ve çevre politikalarına ilişkin mesafeli ve kimi zaman olumsuz tutumların öncelikli nedenidir. Eğitim; sağlık; çevre, cinsiyet, kimlik, renk, din vb. nedenlerden kaynaklanan eşitsizlikler; insan hakları ihlalleri gibi pek çok toplumsal konu sendikaların gündemine girmek zorundadır. Sendikaların kaybettikleri toplumsal desteği geri kazanmalarının yolu da bu tür bir değişiklikten geçmektedir. Günümüzde ekolojik sorunların ulusötesi boyutlara ulaşması, uluslararası sendikal örgütlenmelerin çevre politikalarının önemini artırmaktadır. Kirlilik asit yağmurları, nehirler, deniz yolu ve atmosfer ile bütün dünyaya yayılabilmekte ve bir ülkedeki kirlenme bütün diğer ülkeleri etkileyebilmektedir. Atık ticareti, çevreye zararlı teknolojilerin transferi, uluslararası yatırımlar ve uluslararası ticaret yoluyla çevre kirleticilerin merkez ülkelerden çevre ülkelere transferi de sendikaların uluslararası dayanışma yoluyla mücadele edebilecekleri sorunlar arasında yer almaktadır.
Çevre kirliliği hem hayatın doğal temellerini bozmakta, hem de işçi sağlığını tehdit etmektedir. Çevrenin korunması sadece devlete ve kamu kurumlarına bırakılamaz. Bu alanda herkese ve özellikle de işçilere büyük ve önemli görevler düşmektedir. Çevresel sorunlar özünde, kaynaklar, riskler, demokrasi ve eşitliğe ilişkin temel sendikal konularla bağlantılıdır. O nedenle çevresel konulara sendikaların temel nüfuz alanlarının dışında bir konu olarak yaklaşmaları imkansızdır. Çevre, sendikalarının toplu pazarlık konuları arasına da girmek zorundadır. İşyeri düzeyinde işçilerin çevresel kararlara katılım haklarını düzenleyen kanunlar oluşturulmalıdır. Bütün ülkelerde sendikalar, kimyasallar, tarım, altyapı, ulaşım, trafik, iklim değişimi, enerji kısıtlamaları, yenilebilir kaynaklar, atık ve su yönetimi gibi pek çok çevresel konuda görüş ve katkı sunmaktadır. Dünyada sendikal hareketin gündeminde çevre sorunlarının giderek daha çok yer tutmasına paralel olarak; çalışma ve çevre sorunlarını bir arada ele alan; çevre politikalarının emekçiler üzerindeki etkilerine duyarlı örgütlenme girişimleri ortaya çıkmıştır. Sendikaların çevre ve sürdürülebilir çalışma ortamlarının gerçekleştirilmesi amacıyla hareket etmesi; iklim değişimi, enerji, kimyasallar, sağlık, su, sosyal sorumluluk projeleri gibi çevresel konularda hedeflerini tespit etmesi gerekir.