Dünyamızda karbon salınımı 2050 yılına kadar bu hali ile devam ettiği takdirde ortalama sıcaklık 2 oC artacak. Uluslararası Enerji Ajansına göre; Dünyanın ekolojik dengesinin korunması ve yaşanılabilir bir çevrenin devamı için 2050 yılına kadar sera gazı seviyesi yüzde 50 oranında azaltılması gerekir. Artan enerji ihtiyacının, birincil olarak fosil bazlı enerji kaynaklarından sağlanmasına bağlı ortaya çıkan “Küresel Isınma, Küresel İklim Değişikliği” gibi süreçler, ülkelerin enerji ihtiyaçlarını karşılarken daha çevreci ve sürdürülebilir kaynaklara yönelmelerini zorunlu hale getirmektedir. Bu gelişmeler yenilenebilir enerji kaynaklarının, insan sağlığı ve çevrenin sürdürülebilir geleceği açısından önemini ortaya çıkarmıştır. Sürekli şekilde artan enerji fiyatları ve yenilenebilir enerji talebi nedeniyle dünyada ve Türkiye’de jeotermallerin önemi artmış, bu çalışmalara ayrılan kaynaklar da paralel şekilde artış göstermiştir.
Jeotermal kaynakların keşfi ve kullanımından daha önemli olan tek şey bu kaynakların “Yönetiminin” sağlıklı olmasıdır. Çünkü yönetemediğiniz kaynağı kontrol altında tutamazsanız. Kaynakların sürdürülebilir yönetiminin sağlanması, verimliliğin artması ve sağlıklı temeller üzerine yerleşmiş bir gelişim tablosu için “iyi yönetim” şarttır. Bütün enerji kaynakları için geçerli olan kurallardan bir tanesi olan “Kaynağı Verimli ve Sürdürülebilir Kullanma” prensibi, jeotermal enerji için de büyük önem taşımaktadır. Sürdürülebilir olarak kullanım ile hem rezervuarın korunması hem sürdürülebilir bir işletme altyapısının hazırlanması sağlamak elzemdir. Bu yaklaşımın temelinde yatan kısımlar; Kaynakların verimli kullanımı, Denetim ve uygulamaların kontrol aralıklarının sıklaştırılması, Bürokrasinin azaltılması, Başarı örneklerinin oluşturulması ve bu örneklerin hem teknik hem idari verilerinin paylaşılması, Çevre kirliliğinin önlenmesi şeklindedir. Bir jeotermal kaynağın iyi yönetilmesi, verimli ve efektif kullanılması için en temel adımlardan birisi “Jeotermal Reenjeksiyon” prosesidir. Reenjeksiyon işlemi ile farklı amaçlarla kullanılan (elektrik üretimi, ısıtma vb.) akışkanın çevreyi kirletmeden bertaraf edilmesi, yer altı stabilizasyonunun ve basıncının korunması, rezervuarın ömrünün uzatılması ve olası çökmelerin engellenmesi gibi faydalar sağlanmaktadır. Reenjeksiyon, başlı başına tasarlanması gereken bir proses olduğundan, dikkatle ele alınması gerekir. Yanlış yapılan reenjeksiyon uygulamaları, rezervuara zarar verebilecektir. Tasarım işleminde akışkan basılan bölgenin jeolojisi, hidrolojisi, mineral çökmesi, basılan suyun çekilen su ile kimyasal bileşimlerinin takibi, basılan ve üretilen suyun sıcaklıklarının periyodik ölçümleri gibi işlemler öncelikli olarak düşünülmeli ve uygulanmalıdır. Üretim kuyularında sıcaklığın düşmesi, silika birikmesi ve korozyon jeotermal reenjeksiyonda karşılaşılması muhtemel sorunlardır. Ülkemizde yasal olarak zorunlu hale getirilen jeotermal reenjeksiyon uygulanıyor olmasına rağmen teknik ve mühendislik çalışmaları göz ardı edilerek yapıldığı, reenjeksiyona ekstra maliyet olarak bakıldığı için tam olarak yapılmamakta, kaynaklarda büyük bir verimsizlik oluşturmaktadır. Verimlilik ve çevresel kirliliği önlemek için açılan kuyuların rezervuarı soğuttuğu, yer altı ve üstü su kaynaklarını kirlettiği yapılan çalışmalarda ulaşılan bilgilerdendir.
Bilimsel ve teknolojik gelişmeler doğrultusunda jeotermal uygulamalarda denetimlerin olmaması ve yasal boşluk bırakılması jeotermal enerji açısından çok tehlikelidir. Özellikle ülkemizde bu konuda son yıllarda Manisa Alaşehir ve Aydın Yılmazköy- Buharkent-Ömerbeyli’de yaşanan patlamalar örnek olarak gösterilebilecektir. Türkiye’de her geçen gün artan jeotermal enerji kurulu gücü ve tesisler ile kuyu başlarından ve santrallerden yükselen yoğun buharlar ve artan jeotermal akışkan salınımları, çevre konusunda hassasiyet oluşturulmasını zorunlu kılmaktadır. Jeotermal akışkanlar, rezervuarın kimyasal özelliklerine göre yüksek kimyasal madde içermektedir. Bu maddelerin doğaya kontrolsüz salımı büyük çevresel felaketlere yol açabilmektedir. Ayrıca jeotermal enerji çalışmalarında var olan çevresel riskler sadece suyun kimyasal içeriği değildir. Kontrolsüz çekim ve birbirine çok yakın kuyuların açılmasına bağlı arazi çökmeleri, kuyularda patlama olması ile çevreye akışkan ve buharın yayılması sonucu hem çevre hem insan hayatına olan etkileri, heyelan ve sismik tetiklemelere yol açabilmesi gibi farklı sorunlarda mevcuttur. Türkiye’de jeotermal kaynaklardan enerji üretimi sürecinde yaşanan çevre kirliliği, denetim ve uygulama problemlerinin ana sebebi jeotermal kaynaklara tüm yönleri ile bir bütün olarak bakılamaması, kamusal yönetimin olmamasıdır. O nedenle tüm bu sorunların yaşanmaması için Türkiye’de jeotermal kaynaklara
Bütünleşik Kaynak Yönetimi (BKY) ile yaklaşılmalıdır. BKY sürecinde, kaynağın tüm yönleriyle ele alınması, çevresel kirliliğinin en yüksek seviyede önüne geçilmesi hedeflenmektedir. Çevresel kirliliğin önlenmesi adına hem yasal hem teknik çözümler bulunması gerekliliğini içeren BKY yaklaşımı ile daha temiz bir çevrede temiz enerji üretimi hedeflenmektedir. Türkiye’de jeotermal uygulamalarına bakınca, yönetici olarak Bütünleşik Kaynak Yönetim sürecine entegrasyonda ana iradeye sahip olan “yasa koyucunun” oluşturduğu mevcut yasalar ile süreci idare edemediği açık ve net ortaya çıkmaktadır. Çıkan yasa ve yönetmelikler sürekli yamanarak süreç tamamen günü kurtarma çabasına döndürülmüştür. Yasaların detaylı incelemesi yapıldığında jeotermal akışkanların drenaj aralığı, kuyular arası mesafenin hangi bilimsel veri ve çalışmaya bağlı olarak bulunduğu belli olmayıp, bilgi paylaşımı konusunda var olan belirsizlik ve sektör paydaşlarının var olan bilgilerden nasıl faydalanabileceği açıklanmamıştır. Yasalara göre jeotermal sahaların birbirine karşılıklı en yakın kenarları arasındaki mesafe 1000 metreden az olan alanlara ruhsat verilmez hükmü konulmuştur. Fakat uygulamalara bakıldığında bu yasalara uyulmadığı görülmekte. Bu başıboşluk sonucu çok açık ve net olarak tespit edilebilen bir şey var ki Gediz ve Büyük Menderes Havzası “Vahşi Jeotermal Paylaşımlarına” maruz kalmıştır. Tatlı su akiferlerinin kirlenmemesi adına, kuyular açılırken çok dikkat edilmesi gerekmektedir. Kuyu kaplamalarında oluşabilecek sızıntılar sondaj aşamasında dikkatle izlenmelidir. Ayrıca reenjeksiyon için açılan kuyularda da dikkatli olunmak zorundadır. Kuyunun teçhizi sağlam yapılmalıdır ki, reenjekte edilen sıvının da herhangi bir akifere karışmasının engellenebilmesi sağlansın. Kontrolsüz çekim ve birbirine çok yakın kuyuların açılmasına bağlı olarak arazi çökmeleri, kuyularda patlama olması ile çevreye akışkan ve buharın yayılması sonucu hem çevre hem insan hayatına olan etkileri, heyelan ve sismik tetiklemelere yol açabilmesi gibi farklı sorunlarda mevcuttur. Çevresel etkiler ayrı bir yasal düzenleme ile korunmalıdır. Türkiye’de maalesef jeotermal akışkanların çevresel kirliliği ile alakalı olarak özel bir yasa bulunmamaktadır. Sadece jeotermal santrallerde ve işletmelerde reenjeksiyon prosesi zorunlu kılınmıştır. Fakat açılan yanlış ve plansız kuyular ile çevresel kirlilik devam etmektedir. Jeotermal açısından büyük potansiyel ihtiva eden Ege Bölgesi’nde kaynakların sağlıksız ve verimsiz yönetimi, hatta hiçbir kaynak yönetim sisteminin uygulanmamasından ötürü tehlike çanları çalmaktadır. Özellikle santral tipi seçiminde yapılan yanlışlıklar ve santral kurulacakken bütün bilimsel çalışmaların yapılmaması yada yapılmak için yapılması zaten düzgün bir paylaşıma tabi tutulmayan ve geri dönülemez bir duruma düşmesi büyük olasılık olan rezervuarlarımızı daha sıkıntılı bir sürece sokmaktadır. Araştırmalar sonucunda Türkiye’nin jeotermal enerji kaynaklarının iyi yönetilemediği, gelişigüzel bir biçimde idare edildiği ortaya çıkmaktadır.
Ayrıca, milli servetimiz olan bu kaynaklarımız ile ilgili herhangi bir “yönetim sistemimiz” de bulunmamaktadır. Bu yüzden, mevcut jeotermal kaynaklarımız verimsiz ve sürdürülemez olarak kullanılmaktadır. Rastgele yönetilen kaynaklarımız çoğunlukla verimlerini yitirmiş ve bazı bölgelerde tükenme noktasına gelmiştir. Bizim elimizde kalan tek şey ise geri dönülmez ekolojik hasardır. Kaynak yönetimlerinde felsefe çok net ve ortadadır: “Takip edemediğiniz kaynağı yönetemezsiniz”. Türkiye’de günümüzde jeotermal uygulamalarında benimsenen “Kuyu Del- Bağla- Üretim Yap” gibi bir anlayışın geleceğinin olmadığı aksine, gelecekte var olabilecek potansiyel kaynaklarımızı da yok ettiği şüphe götürmez bir gerçektir. Çevresel risklerin azaltılması konusu Bütünleşik Kaynak Yönetim yaklaşımının ortaya çıkmasının temel prensiplerinden biridir. Ülkemiz açısından durum incelendiğinde, hem yasal hem teknik çözümler alınmak zorunluluğu görülmektedir. Özellikle jeotermal akışkanların kirliliğini düzenleyen ve denetlenmesini sağlayan bir yasa acil suret ile çıkarılmalıdır. Yasal altyapı ve denetim faaliyetleri açısından yapılması gerekenler ivedilikle yapılmalıdır. Kaynakların kamuya ait olan işletme haklarının devredilmesinde var olan rastgele ve vahşi paylaşım tarzından vazgeçilmelidir.
Sürekli yamanan “Jeotermal Kaynaklar ve Doğal Mineralli Sular Kanunu Uygulama Yönetmeliği” günümüz şartlarında teknik incelemeler yapılarak baştan yapılandırılmalı ve bütünleşik kaynak yönetimi esasları göz önünde bulundurularak uygulamaya geçirilmelidir. Çevresel kirliliğin önlenmesi adına hem yasal hem teknik çözümler alınmak zorundadır. Özellikle jeotermal akışkanların kirliliğini düzenleyen ve denetlenmesini sağlayan bir yasa acil suret ile çıkarılmalıdır. Rastgele yönetilen kaynaklarımız, maalesef günümüzde verimsizliğe itilmiş ayrıca rezervuarlarda var olan akışkan miktarları da kayda değer ölçülerde azalmıştır. Jeotermal rezervuarlar uygun teknik ve bilimsel çalışmalar ile incelenmeli ve kuyu yerleri bu çalışmalardan elde edilecek sonuçlara göre en doğru yerler için tespit edilmelidir. Yerleşim yerlerinde kalan jeotermal alanlar (muhtemel oluşabilecek çöküntüler vs.), birbirini etkileyen, yakın açılmış kuyular, kontrolsüz çekim ve sayılabilecek birçok verimsiz ve zararlı yöntem terkedilmelidir. Sonuç olarak bakıldığında yüksek jeotermal potansiyele sahip ülkemizde bu kaynakların kullanımı ve sürdürülebilirliğine verilen zararların önlenmesi adına Bütünleşik Kaynak Yönetim Sisteminin Entegrasyonu acil bir ihtiyaçtır.
Trend Haberler
Aydın'da acı ölüm: Hız tutkusu sonu oldu
Nazilli’de okul yangını: Gece başlayıp sabaha kadar cayır cayır yandı
Genç mühendis kansere yenildi
Aydın'da feci kaza! 27 yaşında hayatını kaybetti
Aydın’da feci ölüm: Süt sağarken akıma kapılarak can verdi
Kuşadası'nda zamlara karşı çare sobalar oldu