İftira, suçsuz bir insanı hata işlemiş gibi göstermektir. Aslı olmadığı hâlde suçsuz bir insana suç isnat etmektir. Bu, o kişiye haksız yere zarar vermektir. Farkında olarak veya olmayarak, iftiraya maruz bıraktığı kişiyi toplum karşısında küçük düşürmektir. Bu ise insafsızlıktır, saygısızlıktır ve günahların en büyüklerindendir. Kur’ân-ı Hakîm’de bu durum şöyle izah edilmektedir: “Kim bir hata işler veya bir günah kazanır da sonra onu bir suçsuzun üzerine atarsa, şüphesiz iftira etmiş, apaçık bir günah yüklenmiş olur.” (Nisa Suresi – 112. ayet)
Sözlükte, “yalan söylemek”, “uydurmak”, “asılsız isnatta bulunmak” gibi anlamlara gelen iftira kelimesi İslâmî terminolojide, “bir kimseye işlemediği bir suç, günah yahut kusur sayılan bir söz ve davranış veya nitelik isnat etmek” anlamında kullanılmaktadır. İfk ve bühtan kelimeleri de iftira anlamına gelmektedir. Ancak günlük dilde iftira kelimesinin kullanımı yaygın hale gelmiştir. Zina iftirası için ise kazf kelimesi kullanılmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’de pek çok ayette, Allah hakkında yalan uyduranlar, O’nun birliği, yetkinliği, aşkınlığı ve benzersizliği ile bağdaşmayan iddialar ileri sürenler kınanarak böyle kimselerin zalimler olduğu ifade edilmektedir. Kur’an şöyle buyurur:
“Artık bundan sonra her kim Allah’a karşı yalan uydurursa, işte bunlar, zalimlerin ta kendisidirler.” (Ali-İmran Suresi – 94. ayet)
Nisa Suresi’nde yer alan bir ayette de, Allah şöyle buyurur:
“Allah, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz; bundan başkasını, (günahları) dilediği kimse için bağışlar. Allah’a ortak koşan kimse büyük bir günah (ile) iftira etmiş olur.” (Nisa Suresi – 48. ayet)
İnsanların birbirlerine saygı göstermesi esastır. Bundan dolayı hiç kimse başkasının saygınlığına halel getirecek bir hamlede bulunmamalıdır. Aksi takdirde, haksız yere insan şerefine ve onuruna dil uzatmak, haksız ve alçaltıcı muamelede bulunmak, işlemediği bir kusuru kişiye isnat etmek, âdemoğlunu en mükemmel surette yaratıp onu saygın kılan Cenâb-ı Hakk’a karşı haddi aşmak olarak anlaşılabilir ki buna ise hiç kimse cüret etmemelidir.
Gerek insanın mal, can, nesil gibi maddi, gerekse de din, akıl ve iffet gibi manevi değerlerini korumayı amaçlayan Din-i mübîn, bunlara karşı işlenen her türlü menfi muameleyi de yasaklamıştır. Aynı şekilde, insan onuruna bir hakaret addedilen iftira, özellikle namuslu bir insanın iffetine karşı işlenmiş olduğunda, hadd-i tecavüz sayılmış ve ağır suçlar kategorisine dâhil edilmiştir.
Her ne kadar iftiraya konu olan şey netice itibarıyla ağızdan kolayca çıkan bir söz olsa da, bir daha kapanmayan yaralar açabilir, eski dostlukların sonsuza dek bitmesine sebep olabilir, toplumda fitnenin doğmasına ve böylece büyük bir tahribata yol açabilir. Bundan dolayı, ne niyetle ve kime karşı olursa olsun, kendimize de asla uygun görmediğimiz haksız bir suçlamayı başkalarına da reva görmeyelim.
Gerçeklik payı bulunduğu halde, kardeşinin arkasından konuşmak Kur’ân-ı Mübînde ölü eti yemeye benzetilmiştir. Hem bir yönüyle gıybet sayılan, hem de gerçeklikten nasibi olmayan iftiranın çirkinliğini gelin siz takdir edin.
Ne kendi menfaatiniz ne de başkasını zarara uğratmak için, dilinizi iftiralara alet etmeyiniz. Zira Müslüman’a hiçbir surette kötü ve yalan söz yakışmaz. Ayrıca Müslüman, cinayetten de beter sayılan fitnenin baş göstermesine de katiyen sebep olmak istemez.
Bundan dolayı, buna giden yolları baştan kapamalı ve buna teşebbüs edenlere mani olunmalı. Daima haksızlığa karşı hakkın yanında yer alın. Mümin, başkasının kusurlarını saymak veya söylemek yerine kendi kusurlarını gözünün önüne getirmelidir, başkalarının yanlışlarını ve kusurlarını söylemek ve anlatmak müminin görevi değildir. Bu günahlar, kalbimizi, aklımızı ve vicdanımızı kirletir, bizi suçlu yapar.