“ENFÜSİ ENTROPİ” kavramında kalmıştık. Kısaca, insanı helake sürükleyen esfele safiliyn (aşağıların aşağısı) yaşantıyı telkin eden”dünya formatı”nın ayarlarını (EGO'nun şer yönü) “İLAHİ FITRATA” (Sıbğatullah/Allah’ın boyası) dönüştürecek (dolayısıyla her iki dünya hayatında huzurlu ve mutlu olmanın anahtarlarını verecek, EGO'nun RAHMANİ yönü) mücadele/muhalefet/başkaldırı hali ve yaşantısı. Şimdi özetlediğimiz yukarıdaki kavramın büyük fotoğrafını önce zihinlerinize nakşedeyim önce: Her olayın bir görünen zahiri (suret), bir de görünmeyen hakikat (siret) tarafı vardır. Tercihlerimiz de mutlaka ikisinden birine göre karar veririz. Örneğin; üreten beyinler (frontalini kullananlar) çoğunlukla görünmeyen ama toplumsal faydası olan tarafa ve uzun vadeli hedeflere yönelirlerken, tüketen beyinler ise (limbik otomat sistemi kullananlar) kendi menfaatine odaklı ve kısa vadeli/anında fayda elde edilen tercihler yaparlar. Bu tercihler kişinin gelecek yaşamındaki duygudurum ve düşünsel ve biolojik/metabolik-beden yapılarını sırasıyla olumlu yada olumsuz etkiler. Mutluluk kılavuzunda ”Hak geldi batıl zail/ğaib oldu”uyarısı sanki bu tercihleri bize anlatır gibidir.Yada beyninde tercih sırasında aktif olan yapıya (frontal mi baskın? limbik sistem mi?) baktığınızda aynı şeyi görürsünüz. Hulasa üretmeyi seçen insanlardaki doğru tercih, kişiyi tedrici bir şekilde otomat-bilinç kozasından çıkarır. Sayısız olaylar yaşadığımız sırada sadece biricik doğru tercihimiz için (o AN için) aktif bilincimiz devreye girdiğinde tarifsiz hazlar yaşarız. İşte bu ANların sayısını ne kadar artırabilirsek o kadar huzurlu ve uzun vadeye yayılmış bir gerçek mutluluğumuz (kaybı olmayan) olur. Ancak bu ciddi enerji ve gayret, çaba ve süreklilik gerektirdiğinden insan ego’sunun şerri buna ciddi şekilde tazyik yaparak direnir ve aksini yapmaya zorlar kişiyi (ezdad/zıtlar/düalite prensibi anında devreye girer). Kişiyi doğru tercihinden vazgeçirmek için binlerce bilişsel çarpıtmalar (akıl oyunları/çalınacak minareye kılıf bulma gibi) yaparak yanlış tercihi telkin eder mütemadiyen. Entelektüel düzey ne kadar yüksekse bu akıl oyunlarının sayısı ve incelikleri o kadar artar (sonsuz bahane üretirler/ipe un sermek). Üreten beyinlerin doğru tercihlerindeki ısrar ve istikrar ne kadar güçlüyse, kişiyi doğrudan alıkoymak için devreye giren muhalif EGO-gücü de o kadar kuvvetli ve tazyikli ve ısrarcıdır. Tabi ki her can dayanamaz bu uzun vadeli meşakkatli yolculuğa. Büyük çoğunluk kolay olan ve anında haz/mükafat içeren, kısa vadeli tercihleri yaparak yaşar organizma gibi (yer-içer-uyur-çıkarır-sex yapar), yani sadece ve sadece geçici ve kısa anlı HAZlar ile tüketirler. Bu dünya yaşamının bir gayesi, amacı ve ölüm ötesi yaşamın neler getireceğinin farkında değillerdir. Aslına bakarsanız, tüm insanları üretenler ve tüketenler olarak da çok kabaca iki sınıfa ayırabiliriz. Herkesin dillendirdiği dost arkadaş ortamlarında sıklıkla itiraf ettiğimiz “valla çok daha şeye sahibiz ama daha az mutluyuz” cümlesini o kadar çok duymaya başladık ki..! dikkatle irdelerseniz bu sınıfa girenlerin tamamına yakınının tüketen gruptan olduğunu hemencecik fark edersiniz. Üreten beyinler kanaatkar, huzurlu ve az çok başarılı ve hallerinden şikayetçi olmadıklarından yaşama yayılmış bir mutlulukları vardır ve ısrarla bu duygularını sevdikleri ve çevreleriyle PAYLAŞARAK çoğaltırlar. İşte azınlık olan ama ÜRETEN ve PAYLAŞAN beyinler bedelini ödeyerek (bizzat doğru mücadele, çileler ile) “enfüsi entropi” kavramının hakkını verip frontali kullanarak SENcil yaşamaya, toplumsal odaklı faydalar için zamanını kullanırlar, sonucunu hemen alamasa da mutlaka onlara geri dönüşü olmayan (bitmeyen) huzur, sekine ve başarı olarak dönecektir vesselam…
(DEVAM EDECEK)