Geçtiğimiz yıllarda Konya ve Kuşadası'nda görüştüğümüz dostlarımla bu yaz üst bagajlar da ilave ettiğimiz araçlarımız ve çadırlarımızla Yunanistan sahilleri ve Makedonya'nın Ohrid Gölü kıyılarında tatil yapmaya karar vermiştik.

Kuzey Makedonya'daki Ljubanista Kampı harikulade havası ve müthiş doğasıyla bizi büyülemeye devam ediyordu.

Bugün de çevredeki güzel yerleri gezmeye karar vermiştik.

Sabah yaptığımız paşa kahvaltıdan sonra kamp yerimize yakın olan Saint Noum Manastırı bölgesindeki doğa harikası bir yere gidip oradan natürel bir balıkçı kasabası olan Trpejca'da göle girmeyi planladık.
Akşamına da kamp yerimize yaklaşık 20 km uzaklıktaki Ohrid şehir merkezini gezecektik.
Saint Noum Makedonya'nın en önemli kiliselerinden biriymiş.
Kilise göl kenarında ve yaklaşık kamp yerimize 4 kilometre uzaklıkta.
Tam bir ören yeri. Arabalarımızı park ettik ve hediyelik eşyaların satıldığı yerde Yasemin teyzeleri tüm çocuklara dondurma aldı.
Restoranların olduğu bölüm tam bir doğa harikasıydı.
Biraz ileride gürül gürül sesler geliyordu.
Bir de ne görelim,

Dağlardan süzülüp gelen tabiri caizse çivi gibi soğuk kar suları göle karışıyordu.

Dayanamadım, tişörtümü ve terliklerimi çıkarıp karpuz çatlatırcasına soğuk kar sularının akıntısıyla birlikte göle doğru süzüldüm. Bir de baktım herkes arkamdan gelmişti bile.
Soğukla ılığın öpüşmesine şahit oluyorduk.

Harika bir histi.

Ardından asırlık ağaçların gölgesinden kurtulmuş tepede duran kilisenin özenli mimarisine şahit olduk. Ağaçların arasındaki bir patika bizi bir iyi su çeşmesinin başına götürdü.

Su buzundan yeni ayrılmış gibiydi. İnsanın boğazından geçerken bile terletiyordu soğukluğundan.

Muazzam bir lezzeti vardı ve tam bir memba suyuydu.
Hatta Mustafa ve Murat ile kamptan şişeler getirip doldurmayı bile düşündük.

Giderken göl suyuna tekrar girip dünyanın en güzel balıkçı kasabası olan Trpejca için yola koyulduk. Tepe bir yerde arabalarımızı park edip köy bakkalı diye tabir edebileceğimiz bir marketten biraz meyve ve soğuk bir şeyler alıp yüze yakın merdivenden göl kıyısına doğru indik .

Hilal gibi kıvrımlı berrak göl suyu bizleri serinletmek için adeta kucağını açmıştı. Özellikle çocuklar göl suyunun serinliğine saatlerce doyamadılar. Bizler de zaman zaman göle girip sohbet ediyorduk.

Birkaç saat burada kalıp acıkan karınlarımızı Ohrid şehir merkezinde Türklerin olduğu bölgede meşhur Balkan köftecisinde doyurmak ve gün batımını orada yaşamak için bastık marşlara.
Kalabalıktı.

Zar zor park edebildik araçlarımızı.
Köfteci öyle bir köftecidir ki, onlarca kişi ayakta, diğerleri kalksa da ben otursam diye kebapçı kedileri gibi bekliyordu.
Biz de o kervana katıldık.

Neyse ki kalabalık bir tur otobüs grubu kalktı da ayrı ayrı masalarda olsa da zar zor oturup köfte siparişlerimizi verebildik.

Daha önce birkaç defa geldiğimden hatırlıyorum porsiyonlar çok fazlaydı burada. Ama nedense söylememiştim kimseye çocuklar dahil herkes kurt gibi açtı.

Köfte ve ayranlar masaya konur konmaz saldırdı uşaklar, görmeliydiniz. Biz büyük erkekler zar zor da olsa bitirdik tabaklarımızdakileri ancak eşlerimizin ve çocuklarımızın tabaklarında üçer beşer köfte duruyordu.
Yasemin, Hatice eşim Bilge iş başına geçip kalan köfteleri birkaç topan ekmeğin içine yerleştirip paketlemişlerdi bile.

Belki gece acıkırız diye.
Ne mümkün.
Tıka basa doymuştu herkes.

Kamp yerine döndük.
Sabahleyin akşamki köfteler parçalanıp pişen şehriye çorbasının içinde lezzetin davetçisi olmuşlardı bile.

Nefis bir çorba ile bembeyaz güne başlamıştık yine.
Ellerime sağlık.
Özellikle eşim ve ben o kadar çok sevdik ki burayı. Mülk edinmeyi bile düşündük.
Kahvaltıdan sonra dostlarımız Üsküp'ü hiç görmedikleri için gitmek istediler. Onları günübirlik te olsa yolcu ettik başkente.

Bizler daha önce gittiğimizden kampta kalmaya karar verdik.
Bütün günü kamp yerinde ve göl kenarında geçirdik.

Akşama kamp yerine döndüklerinde gördükleri güzellikleri anlattılar bize.
Üsküp'te de köfte yemişler ve yine bir topan ekmeğin arasında bize getirmişler o lezzetli şeylerden.

Neyse akşamına çalıp söyledik.
Bizim ortanca evlat Çağan darbuka çalıyor Murat şarkılarını üflüyordu. Mustafa da her zamanki gibi yerinde duramıyordu.

Birden dünyalar güzeli bir Makedon kızı koşa koşa bize doğru gelmeye başladı. Masmavi gözler, altın gibi saçlarını savurup dans ediyordu yanı başımızda .Adının Ivana olduğunu öğrendiğimiz bu kız darbukanın ritmiyle ağzındaki emziği de dans ettiriyordu.

Sonradan arkadaş olduğumuz Üsküp'lü bir iş insanının minik kızıydı Ivana.
Ivana o gece özellikle Sinan ve Denizalp'in gözdesi olmuştu.

Babası Jovan da bizim arkadaşımız.
Jovan Üsküp'te oyuncak imal eden bir fabrikanın sahibiydi. Tüm Avrupa'ya satıyorlarmış oyuncakları.
Kendileriyle hala iletişim halindeyiz.
Hatta onları önümüzdeki yıl Kuşadası'na davet ettim.
Ertesi gün Murat, Yasemin, Mert ve Buğlem'i
yolcu edip biz birkaç gün daha kalacaktık.
Onların izinleri bittiği için erken dönmeleri gerekti yurda.
Bir ya da iki gün Selanik'te kalıp oradan İpsala, ardından Konya'ya döneceklerdi.
( Haftaya Devam Edecek)
Sağlıcakla...