Hem de çoook çok özel şartlarla…!
Özel şartlar, o kadar özel şart ki…!
Aya ayak basacak çalışmaları içeren özel şartlar…!
Bir bakıyorsunuz…
Fındık kıran sertifikası alınmalıymış…!
Eğlence programlarına çıktığına dair belgenin olması gerekiyormuş…!
Ya da herkesin alınmadığı …
Çok gizli yürütülen mekanlarda eğitim sertifikasına sahip olması elzemmiş…!
Yani kaç akademik çalışması var…!
Gerçek anlamda hangi araştırmaları yapmış…!
Akademik dergilerde kaç bilimsel makalesi yayınlanmış...!
Soran yok…!
Haksızlık etmeyelim…!
Meselâ en son seçimde milletvekili aday aday aday… adayı olmuş mu?
Böyleyse işlem tamam…!
Bakınız size bununla alakalı çok yakın bir arkadaşımın hikayesini anlatacağım.
Hem de GERÇEK HAYATTAN ALINMIŞ BİR HİKÂYE…!
Ancak hikâyeye geçmeden evvel şu tarihi olayı hatırlatmakta çok ama çok büyük fayda vardır.
Fatih Sultan Mehmet Han İstanbul’u fethettikten sonra şehri imar için çok yoğun bir çaba içine girmiş.
Şehri ilim, kültür ve sanat merkezi yapmak için çalışmalara hız vermiş.
Bunun yegâne yolunun İlim Medreselerinin kurulmasından geçtiğini çok iyi biliyordu.
Birçok medrese kurmuş ve akabinde…
-İlme çok önem verdiği için-
Ayasofya Medresesi’nde kendisine bir oda istemişti.
(Şimdi günümüze dönüp şöyle soralım: Böyle bir talep geldiğinde hangi yiğit bu isteği geri çevirebilir.)
Ama gelin görün ki…
Koca Fatih’in talebi “Talebe ya da müderris olmadığı” gerekçesiyle RED edilmiştir.
Yani Akademisyen olamamıştır.
Cihan Padişahı, ancak müderrisler (akademisyenler: PKK’lı olmayan. Devletçi ve milliyetçi akademisyen) önünde başarılı bir imtihandan sonra isteği yerine getirilmiştir.
İşte Fatih, böyle Fatih Sultan Mehmed Han oldu.
***
Şimdi konumuza dönebiliriz.
Üniversite isimlerini açıklamayacağım.
Konumuz umumi bir tespittir.
Çok yakın bir arkadaşım doktorasını bitirmişti.
Zoraki teşvikimle muhtelif üniversitelerin doktora öğretim üyeliğine başvurdu.
Kendisi gayrimenkul lisansına sahip olduğu gibi bu sahada uzman bir kişiliktir.
Yüksek lisansını yönetim ve gayrimenkul üzerine yaptı.
Aynı zamanda çok önemli bir kamu kurumunda müdür yardımcısı.
Tabi ki gayrimenkul ile alakalı bir kurumda…
TR Dizinli akademik dergiler başta olmak üzere onlarca akademik çalışması var.
Uluslararası hakemli bir derginin baş editörü...
28 Şubat’ı çok derinden yaşamış birisidir aynı zamanda…
FETÖ’nün zirve yaptığı 2006-2011 yıllarında yazılarıyla mücadele etti.
Uğramadığı zulüm kalmadı.
Yazarlık yapmaya devam ettiği gibi dört adet telif eseri var. Basılmayı bekleyen eserlerini saymıyorum.
Eserleri umumiyetle yönetim üzerine…
Akademik çalışmalarının sayısını ben bile bilmiyorum...
Kamu kurumunda çalışmasına rağmen akademik makaleleri çokça atıf aldığı gibi…
Bir makalesi, sosyoloji alanında bir doktora tezinin temelini oluşturmuş.
Liyakat meselesinde sorun yok yani…
Bunları şunun için yazdım.
Bu arkadaşım başvuru yapmak istememişti.
O, “şöyle veya böyle üniversitelerde liyakat vardır” diye düşünüyordu.
Ya da öyle düşünmek istiyordu.
Red edilirse ülkesi için yeise düşecekti.
Yeise düşmemek…
Ümitsizliğe kapılmamak için uzun süre direndi.
En sonunda başvuru yapmaya ikna ettim.
Dolu dolu akademik çalışmalarıyla dört üniversiteye başvurdu.
Dört üniversitenden de red cevabı geldi.
Öyle trajikomik red gerekçeleri var ki…
Neden bir adım ileri gidemediğimiz, daha net anlaşılıyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın güçlü iradesi ve mücadelesi olmamış olsaydı bu kadar büyük değişimlerin varlığı imkansızdı.
Çünkü bu kafa yapısına sahip akademik alımlardan ancak bu beklenebilirdi.
***
Red gerekçelerinin tamamının ortak noktası:
ÇOK AMA ÇOK ÖZEL ŞARTLARI TAŞIMAMAKTASINIZ…!
Meselâ, bir üniversite özel şart koşmuş:
“Göçmen sorunuyla ilgili çalışması, faaliyeti olacak. “
Yahu adam bu göçmen meselesiyle alakalı İçişleri Bakanlığı’nın desteklediği “Göçmen Projesini” hayata geçirmiş birisi…
Ve Türkiye’de bu alanda yapılan tek proje…
Bir üniversite iktisat alanında çalışması yok demiş.
Kadro açılan bölüm: Emlak Yönetimi.
Güler misin ağlar mısın…!?
Adamın uzmanlık alanı tapu…
Gayrimenkul…
Hem yüksek lisans tezi….
Hem doktora tezi gayrimenkul üzerine…
Ama ilgililerin mutlaka bir bildiği vardır…!
Bir üniversite de eğitim sertifika programına katılmamış diye red vermiş.
Neredeyse “neden dilinle kuş tutmuyorsun eğitim sertifikası almadın” diyecekler…
Başka bir üniversite de yerel yönetimlerde yetkin değilsin diye red vermiş.
Adamın hayatı yerel yönetimlerde geçmiş.
Uzmanlık alanı yerel yönetim.
Yönetim üzerine dört kitap yazmış.
İlk kitabı rahmetli Abdurrahim Karakoç üstadın iltifatlarına mazhar olmuş bir eserdir.
Rahmetlinin (gazete makalesindeki) kitap hakkındaki değerlendirmesi dillere destan.
Şimdi sormak gerekiyor:
-Hafif tabirle-
Oldu mu ya..!?
Arkadaşım tanyerine baktı ve bana dönerek şöyle dedi:
“Bütün ümitlerimi yıktın”.
“Hiç olmazsa tanyerine baktığımda olma ihtimalinin varlığına inanıyordum”.
“Şimdi bu da yok.”
Hayatı mücadelelerle geçen adama…
Milletvekili aday adaya aday… adayı olmadı diye…
Belediye başkanı aday aday aday… adayı olmadı diye…!
Yüzüne bakan olmadı…
Halbuki ondan izin almadan dostlarımı aramıştım.
Öğrenince de çok bozulmuş ve sitem etmişti.
“Keşke yapmasaydın” diye…
Sonra ilgililere haber gönderdi…
Böyle bir talebinin olmadığını…
Aracıların talebini red ettiğini söyledi.
Ama iş işten geçmişti.
Hoş onu da (aracıyı da) dinlemediler.
***
Nereden bakarsan elinde kalıyor.
Nerden bakarsan ahmakça…
Üzüldüğüm husus şu oldu:
Arkadaşımın Türkiye hayali¸ berhava oldu!
Ama biliyorum ki arkadaşım yine de mücadelesini sürdürecek…
Yeni bir Kızılelma hedefine doğru kendisini teksif edecektir.
Çünkü 28 Şubat Post Modern Darbe döneminde çok büyük zulümlere maruz kalmasına rağmen Devleti’ne küsmeyen birinden ancak böylesi bir hareket beklenir.
Adam tam devletçi ve vatansever bir kişiliğe sahip.
Sistem merkezli fikrî yapıyı savunuyor.
Bu sebeple “Kızılelma’dan vazgeçmeyecek birisidir” diyoruz.
***
Ancak şu tespiti yapmadan geçmek konumuzun esası açısından noksan kalır.
İktidarda 23 yıldır milliyetçi mukaddesatçı, muhafazakâr bir yönetim var.
Bu iktidar döneminde göreve getirilen rektörlerinin temel açmazı şudur:
Milliyetçi… Muhafazakâr… Dindar… Başörtülü…
Kendini PKK’lı ya da DHKC’li olarak tanımlamayan birini akademisyen yapmaya korkar olmalarıdır.
“Aman bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın.”
“Hele hele kıyafet sorunu olmayan birisini akademisyen olarak atarsak hiç başımız ağrımaz” düşüncesi hakimdir.
Dikensiz gül bahçesi istiyorlar.
Bu milletin çilesini çekmiş kişilerin çok da umurlarında olduğunu düşünmüyorum.
Bu tarz rektörlere göre asıl mesele şudur: “İktidarın lütfuyla geldiğimiz rektörlük makamından olmayayım.”
Haklılar…!
Getirisi çok fazla olan bir makamı kim elinin tersiyle iter ki?
Dolayısıyla sayın Cumhurbaşkanımızın ayağının tozu olamayacak bu tarz rektörlerle yol yürümek Devletimizin geleceğini ipotek etmektir.
(Not: Hakkıyla gelen bütün akademisyenler konumuzun, eleştirimizin dışındadır. Liyakatli olanların kimliği ya da kıyafeti hiç önemli değildir. Dolayısıyla hakiki anlamda görevine müdrik rektörler de tenkidimizin dışındadır.)
Özetle üniversitelerimizin hali pür melali budur.
Acı ama; hakikat, budur.
Vesselâm.