Sükûtun Altınlığı; Sözün Gümüşlüğü...

Sükûtun Altınlığı;  Sözün Gümüşlüğü...
Abone Ol

İnsanoğlunun konuşkan bir mahluk olması, sınır tanımazlığına mı işarettir? Haddini bil(e)memezliğinin müsebbibi olarak kendinde gördüğü natıkalık hakkının pervasızca kullanmasını mı icap ettirir? Malûmatfuruşluğunu izhar etmesine imkân veren bir vasıta olarak mı telâkkî etmek gerekir söz hakkının var olmasını? Konuşma kabiliyetini açığa çıkarmak istercesine  meydana koyduğu gayretkeşliği; hiç mi bu haktan mahrum olanlara bakmayı iktiza ettirmez? Haddi aşmamayı kendine umde edinen ferdin; bilgiçliğini açığa vurmaması, onun hududuna tecavüz olarak kabul etmesi, sükût ve ikrar tahterevallisindeki dengenin ne tarafta sabitleşeceği tamamen hür iradede mi aramak lazımdır?

Fert ve cemiyetin bütünlüğüne delâlet eden husus; sınırını bilmekle başlar. Riyakârlığın, hile ve desisenin; yani, yalanın; asıl söze hakim olma fikriyatında yatar. Bu saikle hareket eden kişilerin meydana getirdiği toplumun(topluluğun) köklü geleneğindeki (Tabiatıyla burada kast edilen cemiyetin Türk milleti olduğu unutulmamalıdır) ağırlığın hangi noktalarda tezahür edeceğine inancını yitirmesi veya yitirtilmesiyle peyda olmuştur. Ruhî derinliğini kaybetmeye başlamış milletin tekellüfüne zemin hazırlanmıştır. Tamahkârlığın sonucu; aslî şeylerin kıymetinin kaybedilmesi; sükût kültürünün değerinin yok sayılmasına sebep olmuştur. Hayatın çok sözle (dikkat buyurulsun, moda tabirle ağzı laf yapanın kazançlı çıktığı bir devirde, sükûtun hoş karşılanmaması tabiidir.) idâme ettirilmesi; maddî refahın ağırlığı olmayan, değersiz ifadelerde gizli olması dikkate şayandır. İnsanı hüzünlendiren ise bunun geçer akçe sayılmasıdır.

Sözün cemiyetimizde altın gibi kabul edilmesi; şuursuzluğun hangi boyutlarda olduğunu göstermektedir. Dilin yersiz kullanılması neticesinde özelden genele doğru nasıl bir tehlikenin kol gezdiğini görmemek, yapılacak en büyük yanlışlıktır. Bakınız, toplumun her seviyesindeki fertlerin; ister sorumlu olsun, ister mes’uliyet taşımayan insanlar olsun; bundan nasıl yakınıldığı ortadadır. Bir de buna hatalı yapılanların kastiliğe çevrilmesi hangi noktalara gelindiği; gerginliklerin, toplumun müsamahasını nasıl tehlikeli yerlere vardırdığına şahit oluyoruz. Hususiyle yetkili zevatın yerli yersiz konuşmaları, bunların belirli mihraklarca  cemiyete arzı;mes’uliyet sahiplerini de tedirgin etmektedir. Ondan sonra bir yığın laf kalabalıklarıyla devrilen çamların düzeltilmesi yoluna gidilmektedir. Ancak, devrilen çamların ne kadar sürede aynı seviyeye geldiği de malumdur.

Halbuki, söz ve sükût muvazenesinin temini; hem ferdî hem de cemiyetin (millet)hoş görebilecekleri vasatların hazırlanmasında en etkili bir âmil olacaktır. Konuşma ile konuşmamanın yer ve zamanının tespitinin tayiniyle meydana gelebilecek birçok olumsuzluklar kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Bu hususu sağlayacak, dengeyi husûle getirecek hasletler ile; fert-aile-grup-topluluk-toplum-milletin tam ve kâmil mânâda ilim ve bilgice donanımlı hale getirilmesi elzemdir. Cemiyete, sözün gümüşlüğünden evvel; sükûtun altınlığı zihinlere; dolayısıyla ruhlara zerk edilirse yarınların bugünden daha müreffeh olacağı görülecektir. İmam-ı Gazali Hazretleri, bu hususu; ferdin,ve milletin tehlikelere maruz kalmaması için  “söz-sükût” dengesini şu şekilde izah etmektedir:

“Ağzı eğip bükerek seci ve kafiye yapmak, edebiyat yapacağım diye yapmacık hareketlerde bulunmak, maksadına îmâ ve ta’riz yolu ile varmak şeklinde konuşmalardır. Bütün yapmacık hareketler, mevzuya girmeden lüzumsuz mukaddimeler(arzlar-sunumlar) mezmum(yerilmiş) olan şeylerdir. Bunlara tekellüf denir.(Tekellüf; Güçlüğe katlanma;özenme,gösteriş yapma)

 Resûl-i Ekrem (s.a.v.):

“Ben ve ümmetimin müttekileri tekellüften, böyle yapmacık hareketlerden beriyiz.” buyurmuşlardır. Yine Resûl-i Ekrem şöyle buyurmuştur: “Benim için en sevimsiz ve meclisimden en uzak olanınız, kendini beğenip, ağzını sağa sola yayarak edebiyat yapmağa kalkışan lâfı uzatan  kimselerdir”.Hz.Fatıma’nın (r.a.)rivayetinde Resûl-i Ekrem: “Ümmetimin kötüleri, bol nimetlerle gıdalanıp, muhtelif yemekler yiyen, renkli elbiseler giyen ve ağzını eğip bükerek konuşanlardır.”buyurmuştur. Yine Resûl-i Ekrem bir hadisinde de şöyle buyurmaktadır:”Dikkat edin, derin sözlere dalıp lüzumsuz yere lafı uzatanlar helak olmuşlardır.” Peygamberimiz bunu üç defa tekrar etmiştir.

  Hz.Ömer (r.a.) de ,”Çene çatlatacak deve kükremesi gibi konuşmak, şeytanın gevelemesindendir” demiştir. Sa’dın oğlu Amr bir şey  istemek üzere babası Sad’ın yanına gitti ve bazı  mukaddimelerle söze başladı. Bunun üzerine Sa’d, “İhtiyacına en uzak kaldığın, bugündür, Zira ben Resûl-i Ekrem’in:

Bir zaman gelecek, insanlar sözleri ağızlarında, ineklerin otu gevelemesi gibi geveleyip duracaklar” buyurduğunu işittim.” demiştir. Yani sen de sözünü geveleyip durma, ne diyeceksen onu de,yapmacık sözlerle fuzulî mukaddimelere lüzum yoktur, demek istedi. Bu şekil konuşmalar da dilin afetlerindendir. Güçlükle söylenen kafiyeli sözler de bu hükümdedir. Âdet dışı edebiyatı böyledir. Karşılıklı konuşmalarda da hüküm aynıdır. Zira Resûl-i Ekrem (s.a.v.) bir ceninin, anne karnındaki çocuğun düşürülmesi ile alâkalı hükmünü verdiği vakit, cânînin taraftarları,”yemeyen, içmeyen, konuşmayan ve ses vermeyen şey’in diyeti nasıl olur” dediler ve bu sözleri Arapça ifade  ile edebî bir tarzda konuştular. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem:”Arabın kâfiyeli sözü var mı?” buyurdu. Ve bu şekil kafiyeli konuşmağı reddetti. Zira tekellüf ve yapmacık  davranış ortada idi. Lâyık olan, maksada inhisar ettirmektir. Çünkü sözdeki gaye, maksadı anlatmaktır. Bunun fazlası uydurma ve yapmacık hareketler oldukları için mezmumdurlar.

Hitabetteki sözleri düzeltmek, aşırı gitmeden, ifrata kaçmadan ve garib kelimeler kullanmadan güzel konuşmak bu uydurmalara girmez. Çünkü hitabet ve tezekkürdeki gaye, kalbleri harekete geçirmek, teşvik etmek, gönülleri yumuşatmaktır. Güzel sözün dahli burada büyüktür. Bu bakımdan hüsn-i beyan, bu makama layıktır. Ama ihtiyaç için karşılıklı  konuşmalarda edebiyat yapmağa lüzum yoktur. Bunlarla  meşgul olmak, mezmum olan tekellüftendir. Bu gibi ahvalde edebiyata kaçmak, riya, kendi fesahatini ortaya koymak ve güzel konuşmakla temayüz  etmeğe yeltenmektir ki,bunların hepsi şer’an mekruh, memnu ve mezmum olan davranışlardır.”( Huccetülislâm İmamı Gazâlî, İhyâu’Ulûmi’dîn, Terc.:Ahmed Serdaroğlu, Bedir Yay.,1975,c.,3, sfh.,272-273-274)

Kısaca, söz gümüşse; sükût altındır; hükmünü hayatımıza serlevha edelim.