Temmuz ayının son günlerini yaşıyoruz.
Tatilde olan çocukların halk plajlarında cıvıldaştığı, zeytinlerin çakırlaştığı, suları sıkılmış mis gibi domateslerin tepsilerde katılaştığı, incirlerin de yavaş yavaş sarılaştığı,
Günleri yaşıyor ve seyrediyoruz hayranlıkla.
Ne güzel değil mi doğa?
Saf, temiz, çıkarsız, dedikodusuz…
Güzelliklerden yana yakıştıracağınız herşeye yakışan bu cennet topraklarımıza,
Tabiri caiz ise
‘adam diksen adam yetişir’ denir.
Verimli topraklarımız ile güneşin ve suyun ihtişamlı birleşmesiyle oluşur yeşil.
Rabbim emreder, tabiat ana verir de verir.
Meyvesi ve sebzesi boldur egenin, Nazilli’nin.
*
Zaman zaman gerek köşe yazılarımda, gerekse sosyal paylaşım sayfalarımda doğaya ve çevre kirliliğine karşı duyarlılık temalarını işlemeye çalışıyorum.
Bizler köylerde büyüdük.
Yüzmeyi, verimli pamuk tarlalarının sulandığı sulama kanallarında öğrendik. Deniz kenarına gidemediğimiz zamanlarda, kanal kıyılarındaki tarlalar plajımız, verimli topraklarımız da deniz kumumuz oluyordu.
Traktörün iç lastiğinden can simidi yapar, akıntıya karşı yüzerdik.
Gözlerimizi suda açıp su kaplumbağalarının yaradılış mucizesini seyrederdik tertemiz kanal suyunda.
O zaman da kanala girmek tehlikeli ve yasaktı ama bu yasak sadece boğulma tehlikesine karşıydı.
Şimdi;
Ölüm akıyor, hastalık akıyor, pis su üzerinde parlayan yağ akıyor, katran akıyor sulama kanallarından.
Zaten sularda ne kaplumbağalar kaldı ve de su yüzeyinde uçuşan yusufçuklar (helikopter böceği).
Neden?
Çünkü;
Sanayi ve jeotermal atıklar, ne nehirlerimizi temiz bıraktı ne de içinde yaşayan canlıları.
Gelelim konunun özüne, yani JES (Jeotermal Enerji Santrali) meselesine,
Geçtiğimiz hafta memleketimiz, ‘Aydın’ın çeşitli ilçelerindeki 7 jeotermal kaynak işletme, 64 jeotermal kaynak arama sahası ihale yoluyla açılacak’ haberi ile irkildi.
Aydın’ın batısından Germencik’e kadar olan bölgedeki otobandan geçerken iğrenç bir koku eşliğinde görüntü ve gürültü kirliliğini görmezden gelebilen var mıdır?
Sağlık bakanlığının verilerine göre o bölgenin ‘Türkiye’nin en kirli havası’ olduğunu bilmeyen var mıdır?
O bölgenin zeytin ağaçlarının kuruduğuna, incirlerin dalında aktığına şahit olmayan var mıdır?
Tedbirsizce jeotermal atıkların topraklarımıza verdiği zarara kahrolmayan var mıdır?
En önemlisi de o bölgede yaşayan insanların sağlığının tehdit altında olduğuna acımayan var mıdır?
Yapmayın ey bu toprakların seçilmişleri!
Siz de bu ‘ENERJİ AÇIĞIMIZ ÇOK BÜYÜK’ türküsü ile baronların verimli topraklarımıza konuşlanmalarını istemiyorsunuz ancak, susmak hatta bu türküyü söylemek zorunda kalıyorsunuz.
Ama n’olur yapmayın!
VİCDANINIZIN SESİNİ DİNLEYİN!
Enerji açığımız varsa bu memleketin güneşini neden boşa harcanıyor?
Güneş enerjisinden niçin faydalanmıyoruz?
Neden Almanya’yı görmüyor, bu konuda üniversitelerdeki bilim insanlarını neden yetiştirmiyor,
Onlara neden fırsatlar vermiyoruz?
Neymiş efendim re-enjekte sistemiyle jeotermal atık tekrar toprağa geri verilecekmiş.
Kusura bakmayın ama siz çocuk mu kandırıyorsunuz?
Kirletmeyin, tesisi kurmayın, başka enerji alternatifleri üzerinde yoğunlaşın diyoruz arkadaş!
Sütten ağzımız yandı.
Yoğurt bile yemek istemiyoruz.
Çünkü yavaş yavaş ölüyoruz.
Eğer para kazanma hırsının önemi, doğa ve insan sağlığının önüne geçmişse orada ne insanlık kalmıştır ne de inanç…
Bu konuda artık yöneticilerin ve efe yürekli vatandaşlarımızın duyarlı davranmasını diliyorum.
Yol yakınken,
Bu verimli topraklarımız tüm bereketiyle size hizmet etmeye hazır iken
Durdurun bu yasayı!
Doğayı ve insanlarımızı yaşatın diyorum!
Yaşatın….