Sayın Oyhan Hasan Bıldırki, öncelikle kendinizden biraz bahseder misiniz?
Tabii. 10 Haziran 1947’de
Söke’nin Bağarası beldesinde dünyaya geldim. İlkokulu ve ortaokulu Söke’de, liseyi Aydın’da okudum. 1971 yılında Bursa Eğitim Enstitüsü Türkçe bölümünü, 1991’de Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdim. Yurdun birçok yerinde öğretmenlik yaptım, 1985-1991 yılları arasında Söke İlçe Millî Eğitim Müdürlüğünde şube müdürlüğü görevinde bulundum. 1997 yılında öğretmenlik mesleğinden emekli oldum. Söke’de yaşıyorum. Yazarım, şairim. Söke halk kültürüne ait araştırmalarım, derlemelerim var.
Şiir, hikâye, araştırma-derleme, deneme, antoloji kitaplarınız ve romanlarınız var. Bu kitapların sayısı otuzu buluyor. Yerel ve ulusal yayın mecralarında yer alan, henüz kitaplaşmamış araştırma ve eleştiri metinleriniz de mevcut. Öte yandan bazı dergiler yayımlamışsınız. Yani şair, yazar ve araştırmacı kimliğinizin yanında bir de yayıncı kimliğiniz var. Ben bugün ağırlıklı olarak şiirlerinizle ve şairlik yönünüzle ilgili birtakım sorular yöneltmek istiyorum size ama öncesinde yayımladığınız dergilerden biraz bahseder misiniz?
Ben gittiğim her yerde çevreme edebiyat sevgisi aşılamaya çalıştım. Yayımladığım dergiler de bu çabanın birer ürünüydü aslında. 1968-1971 yılları arasında yükseköğrenimim için Bursa’da bulundum. Bu dönemde Alaattin Korkmaz’la birlikte Bursa’da Zaman adlı dergiyi çıkarmaya başladık. Derginin ismini Tanpınar’ın şiirinden esinlenerek koymuştuk. Ben derginin yayın müdürüydüm. Dergi o dönemde oldukça yankı uyandırdı. Gülten Beşirli, Alaattin Korkmaz, Adil Yılmaz, Sezai Karakoç, Süleyman Hayri Bolay gibi isimlerin göründüğü bir yayındı. Ayda bir çıkarmayı tasarladığımız Bursa’da Zaman Haziran 1969’da yayımlanmaya başladı. Öğrenci harçlıklarımızdan sağladığımız bütçe tükendiği için altıncı sayısıyla Kasım 1969’da kapandı. Bu dergi o dönemde hem Bursa’da, hem Türkiye’de ses getiren bir yayın olmuştu.
Beşparmak dergisinin ise hem kurucusu hem de isim babasıyım. Bu dergi, Söke’de Hacı Halil Paşa Kütüphanesi Derneği adına Eylül 1989 ‘da çıkmaya başlamış, yayın hayatını Aralık 2017’ye kadar sürdürmüştü. Buraya da yazı ve şiirlerimle katkıda bulundum. İki sene önce maddî imkânsızlıklardan dolayı bu dergi kapandı. Türkiye’de ve yurt dışında bilinen Beşparmak dergisi, Türkiye dışından isimlerin de yer aldığı muhteşem bir dergiydi.
Sarızeybek dergisi de, Söke Şairler ve Yazarlar Derneği yayınıdır. Bu dergi de benzer şekilde, yurt içinde ve yurt dışında iltifat edilen bir dergi. 2002’den itibaren yine Söke’de çıkarmaya başladık. Derginin ilk genel yayın danışmanı Selim Sabit Pülten, sorumlu yazı işleri Suat Tutak, genel yayın müdürü Hüseyin Yıldız’dır. Söke’de çıkarılan bu dergi, yurt dışındaki Türkçe konuşan ve yazan edebiyatçılara da açıktır. Son dönemde genel yayın müdürlüğü görevini Tülay Sarayköylü yüklendi. Ben de derginin uzun bir dönem genel yayın müdürlüğünü yaptım. 2017 yılında, 68. sayıdan sonra, bu görevi bıraktım. Dergi yayın hayatına devam ediyor. Buraya da ara ara şiirlerimle ve yazılarımla katkıda bulunuyorum.
Bunun dışında, öğretmen olarak gittiğim hemen her kurumda öğrencilerimi yazmaya teşvik ettim ve bir dergi çıkarılmasına önayak oldum. Söke’deki okullarda Bizden Size, Kocatepe, Dağarcık, Ufkumuz, Genç Kalemler gibi dergilerin çıkmasına katkı sundum. 1960’lardan itibaren Aydın’da çıkan Hüraydın, Yeni Aydın, Ses, Kıroba, Yeni Kıroba, Mücadele, Son Baskı, Yeni Hürriyet, Halkın Sesi (
Kuşadası), Söke Ekspres, Yeni Söke, Gerçek, Medya, Esnafın Sesi (Söke)– ki bu gazete her sayısında sekiz sayfalık Harman adlı edebiyat eki vermiştir- gibi gazetelerde dönem dönem haftalık sanat sayfalarını hazırlayıp yönettim. Bu işlerin bana şöyle bir katkısı da oldu: Kitaplarımı baskıya kendim hazırlıyorum, yani dizgilerini bizzat ben yapıyorum.
Şimdi şiirlerinizle ve şairlik yönünüzle ilgili sorulara geçmek istiyorum. Öncelikle şiir yazmaya ne zaman, nasıl başladınız?
Kendimi bildim bileli okumayı seven birisiyim. 1960’lı yılların başından bu yana da yazıp çiziyorum. Yazdıkça düşündüklerimin, duygulandıklarımın resmini çektiğimi düşünüyorum. Çocukluğumda ata binmeye ve saz çalmaya meraklıydım. O yıllarda kendime örnek olarak Karacaoğlan’ı ve Köroğlu’nu seçmiştim. Her ikisini de çokça okudum. O zamanlar radyo ve televizyon yoktu. Bir evde okumaya meraklı komşularla toplanılır, orada çeşitli kitaplar okunurdu. Bazı tarihî olaylar beni etkilerdi, örneğin Türkmenleri bulundukları durumdan kurtarmak isterdim. Bu konularda sesimi duyurmak için, duygulanmalarımı dışa vurmak için şiir yazmakla işe başladım. İlk şiirim 1962’de Aydın’ın Ses Gazetesi’nde yayımlandı.
Yani on beş yaşınızdan beri eserlerinizle yayın hayatındasınız. Dergi veya gazetelerde metin yayımlarken başka bir ad kullandınız mı?
Dergi veya gazetelerdeki yazılarımda çeşitli isimler kullandım tabii. Poyraz Yürekli, Hasan Bıldırki, Oyhanoğlu, Oyhanoğlu Hasan Bıldırki bunlardan bazıları.
- Peki sizce şiir nedir? Siz şiiri nasıl tarif edersiniz?
Ben, Bulutlar Pusuda (2006) adlı kitabımda yer alan “Av İzinde Bir Şahin” başlıklı şiirimde bu sorunun cevabını veriyorum aslında:
Şiir bir ebemkuşağı/ Mavi, yeşil, sarı, kırmızı/ Ansızın hayal ufkumuzu kuşatır/ Şiir henüz doğuma yatmış bir çiçek/ Gonca gonca sancılar içinde hayata uzanır./(…)/Şiir kavgada zehir zıkkım/ Yedi ceddimize kurşun/ Barışta havai fişeği/ Şiir bizim insan yanımız
Aslında şiir yazan biri için en zor şey şiiri tanımlayabilmektir. Şiir bir tutam kınadır, anam da kız kardeşim de eşim de kızım da boğum boğum kınalı elleriyle karşımıza çıkıverirler. Bu çıkışlarda sevginin yanında öfkeler, cesaretin yanında pusup geri çekilmeler, gökyüzünü kuşatan gülücükler, hasret ateşiyle boyanmış gözyaşları da vardır. Şiir hem nimet hem mihnettir. Şiir zehir zemberek bir oktur. Yedi renkli bir gökkuşağıdır, tutup yazabilene aşk olsun. Yani şunu demek istiyorum; şiir, insana insan yanını anlatan bir türdür.
Şiirlerinizin oluşum sürecinden bahseder misiniz? Şiir yazarken nasıl bir düşünce ile, duygu hâli ile yola çıkarsınız?
Şiirlerimi yazarken kimi zaman bir görüntüden, köşeyi dönerken gördüğüm bir dilenciden, bir rüyadan, bir hayalden ya da beni üzen, etkileyen bir olaydan esinlenebilirim. Zihnimde beliren bir imaj ya da düşünce bir süre demlenir. Vakti gelince ben onu mısralara dökerim. Şiirlerimin ön çalışması zihnimde yapılır. Mısralara döküldüğünde şiirim zaten bitmiş olur. Gökkuşağının yedi rengi var, hiç değilse birini yakalamak isterim. Mesela dolunaya bakarım, onun görünmeyen yüzünü merak ederim. Sevgilimin orada gizlendiğini hayal ederim. Masal olsun, halk hikâyesi olsun yahut bir mani olsun şiirlerimde kültürümden unsurları resmetmek isterim. Öte yandan benim şiirlerimde tabiatı gözleme ve resmetme çabası var. Şiirlerim hangi temada olursa olsun bu tavrın şiirlerimin her birinin bütününe sindiğini düşünüyorum.
Şiirinizin beslendiği kaynaklar nelerdir?
Öncelikle yaşadığımız hayat, sonra da kültürümüz bana eserlerimi oluşturmamda kaynaklık ediyor. Doğduğumuzdan beri iyi kötü bir hayat yaşıyoruz. Gördüğümüz her olay, yaşadığımız her duygu bir şekilde sanatın içinde kendine yer bulabilir. On beş yaşımdan beri şiir kaleme alıyorum, kendimi bildim bileli de okuyorum. Annemin anlattığı masallar, söylediği ninniler türküler ve babamın öğütleri küçük yaşlarımdan beri kulağımda. Bunların hepsi bana kültürümü hatırlatıyor. Türk kültürüne ait unsurlar benim eserlerimin beslendiği en önemli kaynaklardır. Geleneklerimiz, halk şiirimiz, halk hikâyelerimiz, masallarımız, Türk tarihi, ana dil bilinci bana yol gösteren başlıca kaynaklardır.
Bütün Fidanlar Sımsıcak (1994), Ceylan Gözlüm (1997), Bulutlar Pusuda (2006), El Değmedik Sevdalara Uyanmak (2007), Gökyüzü Yeniden Mavileşir (2008), Aşk Desem Az Gelir (2017) adlı altı adet şiir kitabınız var. Ayrıca Liseden Sesler (1965), Atatürk Aramızda (1991) ve Yurdumun Şairleri Antolojisi (2004, 2010) adlı antolojilerde çeşitli şiirleriniz yer alıyor. Kitaplarınıza almadığınız şiirleriniz var mı?
Elbette var. Mevcut kitaplarımın dışında yayına hazırladığım şiir kitaplarım da var. Kitaplarımda yer alan şiirlerimin bir kısmı daha önce dergi, gazete veya antolojilerde yer alan şiirlerim. Ancak ilk defa kitaplarım sayesinde okuyucuyla buluşan şiirlerim de var.
Şiir kitaplarınızla ilgili sorulara geçmeden önce katkıda bulunduğunuz antolojilerle ilgili birkaç soru sormak istiyorum. Öncelikle, 1965’te yayımlanan Liseden Sesler adlı antoloji kitabında dokuz şiiriniz var. Bu antoloji nasıl oluştu? Buradaki şiirlerinizi, şiir geçmişiniz açısından nerede konumlandırıyorsunuz?
Bu antoloji, lise yıllarında edebiyat öğretmenimizin teşvikiyle edebiyat kolunun bir çalışması olarak yayımlanmıştı. O dönemde benim gibi edebiyata meraklı genç arkadaşlarım vardı. Bu antolojideki şiirler benim şairlik geçmişimdeki ilk dönemi yansıtıyor. Buradaki şiirlerimin birkaçını sonradan Ceylan Gözlüm’e de aldım. Bu şiirlerim daha çok bireysel duyuşları ve toplumsal konuları ele alıyor. O dönemde başka antolojilerde de şiirlerim çıkmıştı. Yine benzer temalardaki şiirlerdi.
Atatürk Aramızda (1991) adlı bir şiir antolojisi hazırlamışsınız, hatta birkaç şiirinizle antolojide yer alıyorsunuz. Bu antolojiye aldığınız şiirleri seçerken nasıl bir yol izlediniz?
Öğretmen kimliğimin de etkisiyle Atatürk’le ilgili şiirleri mesleğimin ilk yıllarından beri derliyordum. Literatürde bu konuda bir eksiklik olduğunu da hissediyordum. Benim Atatürk’le ilgili yazdığım şiirler de vardı. Ulu önderimiz Atatürk’ün anısına, derlediğim şiirlerin ve kendi şiirlerimin içinde yer aldığı bir antoloji çalışması yapmaya karar verdim. İki üç yıllık bir süreçte antolojiyi hazırladım ve 1991’de yayımladım. Kitapta yine tematik bir yol izledim. Atatürk hakkında yazılan ilk şiirden başlayarak, Atatürk’ün kendi şiirlerinden örnekler vererek, Türk ve Türkiye dışından katkı sunan şairlerin şiirleriyle bu antolojiyi oluşturdum. Kitap kendi içinde çeşitli bölümlere ayrılıyor. Sırasıyla: “Atatürk Deyince”, “Mustafa Kemaller Tükenmez”, “Bir Şahlanıştı O”, “Ölümsüz”. Bölüm başlıklarını sıralı okuyunca anlamlı bir bütün de ortaya çıkıyor. Bu bölümler dışında bir de kitabın sonunda “Dışarıdan Esintiler” başlığında Türkiye dışında bulunan, Türkçe konuşan ve yazan şairlerden seçmeler yer alıyor.
Söke Şairler ve Yazarlar Derneği tarafından 2004’te ve 2010’da çıkarılan Yurdumun Şairleri Antolojileri’ni derneğin bir üyesi olarak siz hazırlamışsınız. Ayrıca antolojilere çeşitli şiirlerinizle katkıda bulunmuşsunuz. Bu antolojilerin oluşum sürecinden, niteliğinden ve aralarındaki farklardan biraz bahseder misiniz?
2004 yılında çıkardığımız antolojiyi şair Suat Tutak ile birlikte yayıma hazırlamıştık. Bu antoloji, o dönemde benim de isim babalığını yaptığım Sarızeybek dergisinde eserleriyle yer alan şairleri kapsayan bir antolojiydi. 2010 yılındaki ise yine derneğe üye olan şairlerin şiirlerinden bir seçki idi ve onu dernek başkanı -yazar ve şair- Tülay Sarayköylü ile birlikte çıkardık. 2004’teki ve 2010’daki antolojilerde yer alan isimlerin çoğu aynıdır, ancak 2010’da bazı yeni isimler de antolojiye katılmıştır. Öte yandan her iki antolojide de yer alan şairlerin 2004 antolojisindeki şiirleriyle 2010 antolojisine seçilen şiirleri farklı farklıdır.
Şimdi şiir kitaplarınızla ilgili bazı sorular sormak istiyorum. Kitaplarınızda yer alan şiirlerinizin bir kısmının daha önce dergi, gazete veya antolojilerde yayımlanan şiirler olduğunu söylediniz. İlk şiir kitabınız olan Bütün Fidanlar Sımsıcak (1994)’ta yer alan şiirler de daha önce başka mecralarda yayımlanan şiirlerinizden miydi?
Değildi. Bu kitapta yer alan şiirlerimin acı bir hikâyesi var. Bu şiirler 6 Eylül 1985’te Davutlar orman yangınında şehit olan askerlerimizin anısına yazıldı. Bu askerlerden biri benim öğrencimdi. Ben o yangının olduğu gün otobüsle Söke’den Hayrabolu’ya gidiyordum. Akşam saatlerinde Söke- Kuşadası yolundan geçen otobüste çamların yanan mumlarla süslendiğini gördüm. Kuşadası’na indiğimizde polise giderek
yangın tehlikesi ihbarında bulundum. Sonra sabahleyin haberlerde Kuşadası-Davutlar’da büyük bir yangın çıktığını, uzun süre söndürülemediğini ve aralarında eski bir öğrencimin de yer aldığı on beş askerimizin yangın söndürme çalışmalarında şehit olduğunu öğrendim. Bu haber bende derin bir üzüntü yarattı. Kitapta yer alan otuz üç şiirde üzüntümü mısralara döktüm. Aşağı yukarı bir aylık bir süreçte oluşan kitabımdaki şiirlerin sayısı da bir tespihin dizilişine atıfta bulunuyor.
Kitap dosyalarınızı hazırlarken şiirlerinizi neye göre seçiyorsunuz? Örneğin Ceylan Gözlüm (1997) adlı kitabınızdaki şiirleri seçerken nasıl bir yol izlediniz?
Şiirlerimi kitaplaştırırken tematik bir düzeni önemsiyorum. Örneğin son şiir kitabım, Aşk Desem Az Gelir, neredeyse tamamen aşk şiirlerinden oluşuyor. Ceylan Gözlüm’de yer alan şiirlerimin bir kısmı dergilerde, sanat sayfasını düzenlediğim gazetelerde ve antolojilerde yayımlanmıştı. Kitapta “Dağınık”, “Sensiz Seninle”, “Sevgi Üstüne”, “Memleket Türküleri”, “Çeşitlemeler”, “Eylül Kadar Acısın Sen” ve “Karışık” başlıklı yedi bölüm var. Bölüm başlıkları bizi kitabın o bölümündeki şiirlerin ortak temasına götürüyor da denebilir. Bu kitapta ağırlıklı olarak aşk şiirlerim yer almakta ancak toplumsal temalı şiirlerim de var.
Bulutlar Pusuda (2006) adlı kitabınızda da benzer şekilde alt bölümler var. “Ninnilerle Büyür İnsan”, “Kaderim Beni Çağırıyor”, “De Gidi Gençlik Günlerimin Şiirleri” şeklinde. Burada da tematik bir bölümlenme var o zaman…
Evet. Oradaki şiirlerimin bir kısmı gençlik dönemimde yazılmış, o günlerden izler taşıyan şiirler. Aşk, sevgi temalı şiirler. Aslında kitabın başlığı, içindeki şiirlerin geneli hakkında bir izlenim veriyor. Bulutlar her an pusudan çıkıp sevincimizi gölgeleyebilir. Öte yandan, Gökyüzü Yeniden Mavileşir (2008) adlı kitabımda da bulutların dağılıp umudun yeniden yeşermesi söz konusu.
El Değmedik Sevdalara Uyanmak (2007) ve Aşk Desem Az Gelir (2017) adlı kitaplarınız da ağırlıklı olarak -sizin yaygın olarak kullandığınız- aşk temasını görüyoruz. Peki şiirlerinizde anlattığınız “aşk”ı siz nasıl tarif edersiniz?
Örneğin Mevlana’yı çok okurum, iyi bilirim. Mevlana’nın anlattığı, dini-tasavvufî bir aşktır. Benim anlattığım ise beşerî aşk. Bu beşerî aşk; kara sevda, sevgiliye özlem gibi alt temaları da içeriyor. Bu temanın en ileride olan ismi olduğumu düşünüyorum.
Şairlik serüveninizin başlarında kendinize Karacaoğlan, Köroğlu gibi isimleri örnek aldığınızı söylediniz. Kendinize örnek aldığınız başka isimler de var mıydı?
Sevdiğim şairler ve yazarlar var. Yazdıklarımın çevresini kendi gergefimde işledim. Bir de şu var biliyor musunuz? Hiçbir şair ya da yazar -birbirlerini okumadıkları için- ötekilerden birini örnek almaz.
Peki Türk şiirinde kendinize yakın bulduğunuz isimler var mı?
Elbette. Zamanımız şairlerinden Nahit Ulvi Akgün’ü, Şemsi Belli’yi, Nüzhet Erman’ı, Abdurrahim Karakoç’u, Mustafa Necati Karaer’i, İlhan Geçer’i, Âşık Veysel’i kendime yakın bulurum.
Kendi şiirinizi Türk şiiri içinde nerede konumlandırıyorsunuz?
Ben kendimi Hisar topluluğu içinde görüyorum. Şiirlerimde gelenekten ve millî değerlerden kopmadan yeni şeyler söylediğimi, bunu yaparken de yaşayan Türkçeyi kullandığımı düşünüyorum. Beşeri aşkı yeni öğelerle anlatan bir noktada olduğuma inanıyorum. Bence, becerebildikten sonra hemen her şeyin şiiri yazılabilir. Uzak gelecekte de sevilip okunacağıma eminim.
Şiirle ilgilenen ve şair olma arzusunda olan kişilere neler önerirsiniz?
Başta okuma ve yazma işinde kendilerine güvenmeleri ve inanmaları gerekir düşüncesindeyim. Söylenmişi daha güzel söyleyebileceklerine inanırlarsa öyle bir yolu da izleyebilirler. Her şey şiirdir. Bunu akıllarından çıkarmasınlar. Gökkuşağı gibi, kutup yıldızı gibi, aydınlık geceler gibi, inadına parlak gündüzler gibi, gül dalındaki bülbülün göğsündeki diken gibi...
Kendi dünyalarını kuşatabildiklerinde hemen hepsinin de başarıyı yakalayabileceklerini ve ünlü olabileceklerini unutmamaları inancıyla...