Bilgi sahibi olmak, her yaşta temel ihtiyaçlardan biridir. Bunun birçok yöntemi vardır. Bazıları yaşayarak, bazıları okuyarak, bazıları gezerek öğrenir.

Üniversite yaşamımız boyunca birçok arkadaşlıklar biriktirdik. Kimi zaman bir araya gelebildiklerimiz de oluyor, yaşam telaşesinden bir araya gelemediklerimiz de.

Ama bizim arkadaşlıklarımız yıldızlar gibidir. Bazen görünürler bazen görünmezler. Ancak biz biliriz ki onlar daima gökyüzündedirler.

Üniversite arkadaşlarımızdan Yasemin - Murat Şiraz ve Hatice - Mustafa Can çiftleri ile hemen hemen her yaz tatilinde ailece görüşüyoruz. Çocuklarımız da birbirleriyle iyice kaynaştılar.

Geçtiğimiz yıllarda Konya ve Kuşadası'nda görüştüğümüz dostlarımızla bu yaz üst bagajlar da ilave ettiğimiz araçlarımız ve çadırlarımızla Yunanistan sahilleri ve Makedonya'nın Ohrid Gölü kıyılarında tatil yapmaya karar vermiştik.

Onlar Konya'da yaşadıklarından, biz de o tarihlerde eşimin memleketi olan Balıkesir Gönen'de olduğumuz için 14 Temmuz günü İpsala'da buluşup Yunanistan'dan giriş yapacaktık.

Sabahın erken saatlerinde İpsala'dan tarihi ekmek fırınından köy ekmeklerimizi alıp buram buram taze ekmek kokularıyla sınır kapısına dayanmıştık. Türkiye tarafında işlemlerimizi bitirip Yunanistan'a girecekken bir de ne görelim?
Yunan sınırında elli altmış araç bizim önümüzde bekliyordu.
Bir araç dahi içeri almıyorlar. Karşı taraftan Türkiye'ye de araç giremiyordu. Her dakika tırlar sağ tarafta birikiyordu.
Arkamızda yüzlerce araç birikmişti adeta.
Tam bir rezillik. Sebebini öğrendiğimizde isyan ettik.
Sadece iki memur ile çalışan Yunanistan sınırındaki memurların nöbet değişimi varmış.
Allah aşkına iki ayrı sandalyeden kalkıp diğer iki kişinin o sandalyeye oturması iki saat mi sürer?
Adamlar bize adeta sınır kapısında piknik yaptırdılar. Zevk almaya çalışsak da çok sıkılmıştık artık.
Keyifleri yetip bizi içeri aldıklarında saat 11.30 olmuştu bile.
Bir yol ayrımında buluştuk.
Yunanistan'ı dönüşte gezeceğimiz için pas geçecektik.
Önceden planladığımız Ohrid'deki Ljubanista Kampı'na doğru yola koyulduk.
Bu kamp alanına eşimle birlikte daha önce gittiğimiz için arkadaşlarım, yolculuk süresince bizim aracı takip edeceklerdi.

Yani ben nereye onlar oraya.

Navigasyon daha önce gittiğim yolların aksine daha farklı ve kısa bir yol gösterince Selanik'i geçip Atina otoban yolundan devam ettik. Saatler sonra sınır kapısına geldiğimizde Yunanistan'ı geçip Makedonya sınırına dayanmıştık. Navigasyon kamp alanına yaklaşık 1 saat kaldığını söylüyordu. Ancak sınırda Makedon bayrağını görememiştim. Gümrükteki kadın polisinin kolundaki siyah kartal figürünü görünce Arnavutluk'ta olduğumuzu anlamıştım. Arabadan inip şaşkınlıkla sağa sola koşuşturuyordum.
O kaygıyla Türk bir tır şoförüne yolu sorduğumda burada öyle bir yolun ve sınır kapısının olmadığını ve tüm Arnavutluk'u dolaşıp ancak Ohrid'e gidebileceğimizi söyleyince benden ter boşalmıştı. Başıma bir ağrı saplanıverdi. Kafamı yumruklayıp "sen niye bildiğin yoldan gitmezsin" diyerek söylenirken arkadaşlarım "Bir gün de Arnavutluk'ta kalıverir burada kamp yaparız," dediler.

Gerçek dost olduklarını bir kez daha anlamıştım. Çünkü dostluklar hataları örtmek için vardır.

Navigasyonun bizi yanıltmıştı.
Neyse ki doğru yolda olduğumuzu az ilerideki benzinlikte yakıt aldığımız Arnavut gençten öğrendik.
Orada Makedonya'ya geçilen ancak pek bilinmeyen bir sınır kapısı varmış. Arnavut genç bize yaklaşık bir saat içinde kamp yerinde olacağımızı söyleyince biraz rahatlamıştım.
Hiç planlamadığımız Arnavutluk'un salaş yollarındaydık artık. Tek şeritli asfalt köy yollarından geçerken Arnavut köylülerine selam veriyorduk. Camileri, traktörleri hatta yük hayvanlarını yol kenarlarında görünce pek yabancı gelmedi bize.
Sonunda sınırdan çıkıp sarı kırmızı Makedon bayrağını görünce iyice rahatlamıştım.
Kaderde Arnavutluk'a da girmek, Arnavut köylerini de görmek varmış.
Sınırı geçip yaklaşık on dakika içinde eşimin "Yeryüzü Cenneti" diye tabir ettiği Ljubanista'daydık artık.
Havanın kararmasına yaklaşık bir saat vardı. Çadır yerlerimizi belirleyip gölge gelecek yerlere çadırlarımızı çabucak kurduk.
Kamp başlamıştı artık.
Sessizlik, huzur, göl, dostlar.
Bir aradaydık.
Yemeklerimizi kendimiz yapacaktık.
Biz huzurlu, evlatlarımız Cihan Mert, Elif Buğlem, Göksu, Deniz Alp, Nisan, Çağan ve Sinan çok mutluydu.
Bir yanımız orman bir yanımız tertemiz göl...
Doğa insan olmadan da yaşar; ama insan doğa yok olduktan sonra yaşayamaz ilkesiyle kilometrelerce yol geldik.
Bu huzuru yaşamak için.
Ertesi sabah tertemiz, bembeyaz bir sayfaya uyanmıştık.
...
(Haftaya devam edecek)
Sağlıcakla.