CAHİLİYE TOPLUMUNDA YÖNETİCİ KARAKTERİ
DOKTOR KARAKTERİ
Doktorluk, özellikle günümüz toplumlarında halk tarafından el üstünde tutulan ve her kesimde saygı uyandıran bir meslek dalıdır. Cahiliye insanları, hayatlarının, doktorların elinde gibi yanlış bir inanca sahiptirler. Bu yüzden bu mesleği uygulayan kişilerden bir nevi "medet umarlar". Cahiliye insanlarının doktorlara karşı duydukları saygının bir diğer sebebi ise şudur: Doktor olabilmek için kişinin ciddi bir eğitim alması ve bu eğitimin de yine ancak ciddi bir çaba ile tamamlanması gerekir.
İşte bu nedenle kişi, toplum içerisinde kendini "doktor" olarak tanıtırken, aslında zekasını, çalışkanlığını ve becerisini ortaya koymaktadır. Ailelerin çoğu, çocuklarının doktor olmasını ister ve çocuklarına bu yönde telkin ederler. Kuşkusuz ebeveynin, çocuklarını insanlara fayda verecek bir mesleğe yöneltmesi gayet tabiidir. Ancak cahiliye toplumunda ailelerin çocuklarını bu mesleğe yönlendirmesindeki ilk amaç çevrelerinden övgü toplamaktır.
Kendilerini bir damla sudan yaratan, onlara rızıklarını veren Allah'ın varlığından tamamen habersiz yaşayan cahiliye toplumu, zihinlerinde adeta ilahlaştırdıkları doktorları farklı bir yere koyar. Bu yüzden de onların karşısında ezilir, hastalıklarının geçmesi için onlardan medet umarlar.
Elbette bir insanın iyileşmek için doktora gitmesi, onun tavsiye edeceği uygulamaları yapması gereklidir. Ama bunu yaparken unutmamak gerekir ki insanlara hastalığı da şifayı da veren Allah'tır. İnsanların nerede ve nasıl öleceğini de yalnızca Allah belirler. Allah herkes için bir ölüm tarihi tespit etmişken insanlar bundan habersiz o güne doğru yaklaşırlar. Fakat bu büyük gerçeği unutarak gaflet içinde yaşayan insanlar Allah'a dua etmeyi unutur, ama doktorlardan yardım umarlar.
Kuran ahlakında ise yapılan her iş yalnızca Allah'ın rızasını kazanmak amacıyla yapılır ve müminler meslekleri ne olursa olsun güzel bir ahlak gösterir. Müminler, yanlarında bulunan hasta, güçsüz ve zayıf insanların en büyük destekçisi ve yardımcısıdırlar. Bu davranışlar, onların Kuran'a uymalarından ve Allah'ın emrettiği ahlak anlayışından asla ödün vermemelerinden kaynaklanır. Kuran'a sıkı sıkıya bağlanmış olan bir insan, tıp ilmini kavrayabilmesinin ancak Allah'ın dilemesiyle olduğunu, şifa olacak her şeyi Allah'ın yarattığını bilir. Bu nedenle de yaptıklarına ya da bildiklerine Allah dilemedikçe sahip olamayacağını açıkça görür. Kendisinin de her an hastalanabileceğini ve bu durumda da Allah'tan başka yardımcı ve şifa verici olmadığını unutmaz. Hz. İbrahim'in bu konudaki duası tüm insanların kendilerine örnek alması gereken yüksek bir ahlakı yansıtmaktadır: "Ki beni yaratan ve bana hidayet veren O'dur. Bana yediren ve içiren O'dur. Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. Beni öldürecek, sonra diriltecek olan da O'dur. Din (ceza) günü hatalarımı bağışlayacağını umduğum da O'dur." (Şuara, 78-82)