Arapapıştı adının hikayesi hakkında çeşitli rivayetler internet ortamında dolaşırken, bu adın geliş hikayesini de içeren en az yüz yıldan fazla bir süredir dilden dile dolaşan ancak son zamanlarda unutulmaya yüz tutmuş Arapapıştı Efsanesi'nin aslına Ses Gazetesi ulaştı. 1973 yılında genç bir köy öğretmenine Türkiye çapında düzenlenen yarışmada mansiyon ödülü kazandıran bu çarpıcı efsane yeniden can bulurken, bu sözlü kültür hazinesini bir kere daha yazıya dökerek sizlere ulaştırıyoruz. Derginin bir örneğine Kemikler’in arşivi dahil olmak üzere şu an için ulaşılamazken, bu haber için efsaneyi yeniden yazıya geçirmek sözlü kültürün gelecek kuşaklara aktarılması konusuna da yardımcı olacaktır. Genel tarih ve kültüre olduğu kadar yerel değerlere de son derece önem veren ve bunların gelecek kuşaklara aktarılması için çalışmalar yapan Tevfik Kemikler, 1970’li yıllarda öğretmen olarak görev yaptığı Yolaltı Mahallesi ve çevresinde adını en çok duyduğu isimlerden Arap Baba Efsanesi'ni köyün imamı Süleyman Öncel’den dinleyerek yazıya geçirdi. Kemikler, bu efsane ve yine Karacasu’ya dair iki efsane ile Köy Öğretmenleri Haberleşme ve Dayanışma Derneğinin Türkiye çapında düzenlediği efsaneler yarışmasına başvurdu. Kemikler’in derlediği Şeyh Kemal Efsanesi yarışmada üçüncülük elde ederken Arapapıştı Efsanesi ise mansiyon almaya hak kazandı. O dönem dernek tarafından çıkarılan edebiyat ve kültür dergisinde bu efsaneler yayımlanırken Kemikler mansiyon ödülü olarak 200 adet kitap ve bin lira ödül kazandı.
İŞTE O EFSANE
“Gözlerden uzak bir yer olan ve bugün Arap Baba ya da Arapapıştı Tepesi denen yerde hayvanları ile birlikte mutlu bir şekilde zenci tenli bir Arap Çoban yaşıyordu. Ten renginden dolayı adı Arap Çoban’dı. Arap Çoban’ın sürüsü gün geçtikçe büyüyor, bütün çobanların hayvanlarından daha semiz ve daha bol etli ve daha bol süt veriyorlardı. Arap Çoban sürüsünün veriminden son derece mutlu ve memnundu. Diğer çobanlar gün geçtikçe birer birer eksilen hayvanlarından ayrılıyorlar, çaresizlik içerisinde elleri bellerinde bekleşip duruyorlar. Günlerce Arap Çoban’ın sırrını çözmek için gözlüyorlar, bir türlü bu sırrı çözemiyorlar. Çobanlar gece gündüz Arap Çoban’ı izlemekten bitap düşüyorlar. Kendi aralarında bir toplantı yaparak Arap Çoban’dan sırrını açıklamasını, yardımcı olmasını istemeye karar veriyorlar. Oysa daha önceki günlerde Arap Çoban’ın ten renginden dolayı onunla ilgi kurmaya, yardımlaşma yapmaya isteksiz davranmışlardı. Arap Çoban ben de sizlerden biriyim diye anlatmak istedikçe ondan uzaklaşmışlardı. Sanki şimdi uzaklaşma sırası Arap Çoban’a geçmişti. Arap Çoban’ın niyeti hiç de bu değildi. Sadece sırrını saklamak istiyordu.”
KURAKLIK FELAKETİ
“Yalvarıyorlar, yakarıyorlar o isteksiz davranıyordu. Oysa her geçen gün kırılan hayvanlara ve kuraklık nedeniyle güç durumda kalan insanlara acıyordu. Arap Çoban bütün yakarışlar karşısında etkilenmiş bugüne kadar yaptığı bütün işleri bir gece öğrensinler diye aleni olarak yapmaya karar verir. Arapapıştı Tepesi birbirine yakın iki tepedir. İki tepenin arasında dar bir boğazda bugün Akçay akar. Tepelerin uçlarına doğru eski çağlarda kullanıldığı bugün antik çağlara dayandığı sanılan mağara oluşumları ya da insan eliyle yapıldığı sanılan oluşumlar vardır. Antik çağlarda kullanıldığı sanılmaktadır. İncelemeleri yapılmalıdır. Arap Çoban, hayvanlarını gecenin bir yarısında tepelerden birinin yakasına getirir. Kendisi elinde bakracı ile birlikte bir ayağını bir tepeye bir ayağını öbür tepeye atar ve apışarak eğilir ve Akçay’ın yatağında bir damla su yoktur. Akçay kuraklık sebebiyle kurumuş sadece yatağında çakıl taşları vardır. Arap Çoban, elindeki bakracı Akçay’ın yatağına daldırır, bir bakraç çakıl taşı alır, tepenin üstüne boşaltır. Tepede gürül gürül akan ırmaklar gibi su akmaya başlar, gürül gürül akan sudan içerler. Bir anda otlar yeşermiş, bitkiler büyümüş, hayvanlar bunları yemişlerdi. Karınları doymuş halde ahırlarına doğru yönelmişlerdi. Olayları izleyen diğer çobanlar gözlerine inanamıyorlardı. Rüya gördüklerini sanarak gözlerini ovuşturuyorlardı. Birbirlerinin yüzlerine şaşkınlıkla bakıyorlardı. Sürülerinin kalan hayvanlarını akan suya yeşeren bitkilere sürüyorlardı. Ama sudan ve yeşeren bitkilerden hiçbir iz kalmamıştı. Arap Çoban oradan ayrıldıktan sonra hiçbir kalmamış, hepsi bir anda kaybolmuştu. Adeta bir serap görmüşlerdi. Tekrar tekrar yalvarışlarla Arap Çoban’a gittiler. Arap Çoban hayvanlara acıdığından yalvarışlara dayanamadı. Gecelerce yaptığı gibi bolca çakıl çekti. Nehirler gibi suyun tepeden aşağılara doğru akmasını sağladı”
ARAPAPIŞTI OLARAK ANILMAYA BAŞLANDI
“Bitkiler yeşerdi. Kana kana sularını içen, bitkilerle karınlarını doyuran hayvanlar yaşama tutundu. Arap Çoban kuraklığın son bulmasını için Yaradana uzun uzun yalvarıyor, her gün Akçay’ın yatağından çıkardığı çakılları suya döndürüyor, hayvanlara, insanlara umut oluyordu. Arap Çoban bir gece ortadan kayboldu. Komşuları her yanı aradılar ama bulamadılar. Günahsız bir çocuk, Arap Çobanı elleri havada yaradanına yalvarırken bir çalı dibinde hiç kıpırdamadan buldu. Arap Çoban ruhunu o şekilde teslim etmiştir. Komşuları Arap Çoban’ı o şekilde bir tepede ağaç dibine gömerler. Arap Çoban çok yalvarmıştı, hava koşulları değişmiş, bütün Anadolu kuraklıktan kurtulmuştu. Yağmurlar yağıyor, bitkiler hayat buluyordu, insanlar beslenmek için yeniden tarım yapmaya başladı. Bölgenin adı Arap Çoban’ın geçmişte yaptıklarından dolayı köylüler tarafından Arapapıştı olarak anılmaya başlandı. Akçay o gün bugündür gürül gürül akıp geçtiği yerlere hayat bahşetmektedir. Bu efsane insanoğlunu sağduyusu ile birleşmiş, dilden dile aktarılmıştı. Ben de şimdilerde yeni yetişen insanlara aktarma görevini üstlendim. Yazarak unutulmasını önledim"